29 Ekim 2015 Perşembe

AİLE İÇİ ŞİDDET VE ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

AİLE İÇİ ŞİDDETE TANIK OLAN ÇOCUKLAR
  Aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olan çocuklara “sessiz”, “unutulmuş” ya da “görünmez” kurbanlar adı verilmektedir. Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanılma kategorisi içinde düşünülmektedir.
  Doğrudan şiddete maruz kalmasalar da, bu çocuklar diğer kötüye kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı türden belirtileri göstermektedir.
  Annenin şiddet gördüğü durumlarda, çocuğun örselenmesi, annenin dövülmesi bittikten sonra da sürmektedir. Bu çocuklar, yardıma gereksinimi olan, yaralanmış, berelenmiş bir annenin bakımını üstlenmek zorunda kalmaktadırlar.
  Bu, yalnızca bir fiziksel bakım üstlenme durumu ya da şiddet gören annenin, yeterli annelik yeteneklerini kaybetmesinden dolayı ihmale uğrama ile sınırlı değildir. Çalışmalar göstermektedir ki, dayak yiyen kadınlarda psikiyatrik bozukluklar, en basitinden depresyon oranı yüksektir.
  Çocuk, içinde bulunduğu ortamın havasındaki bu çökkünlük duygularını içselleştirecektir. Ayrıca çökkün bir anneden psikolojik olarak ayrılmak ve bireyleşmek, çocuk için iki ayrı zorluk taşır.
  Birincisi, yeterli doyuma ulaşamayan çocuk, tam olarak ne beklediğini bilemeden anneye yapışır.
  İkincisi, çökkün bir anneyi kendi haline bırakıp da kendi yoluna gidemez, suçluluk duyar. Suçluluk duygusunun kaynaklarından biri, yeterli doyumu sağlamayarak çocuğu engelleyen anneye yönelik saldırganlıktır.
 Çocuğun, örselenmiş durumdaki anneye duyduğu saldırganlığı üstlenebilmesi çok zordur. Bu nedenle, çocuk yaşına ve gelişimine göre, bölerek, yadsıyarak, bastırarak ya da başka savunmalar aracılığıyla saldırganlığından kurtulmaya çalışacaktır.
  Ancak bunun bedeli büyüktür. Çünkü yaşam içinde, haklarımızı koruyabilmek, kendimizi ifade edebilmek, girişken olabilmek, bizim için önemli kişilerle eşit ilişkiler kurabilmek için hepimizin bir miktar sağlıklı saldırganlığa gereksinimimiz vardır.
  Aile içi şiddetin “sessiz” tanığı ile devam edecek olursak; böyle bir çocuk, annesine annelik yapmak gereksinimi duyar. Rollerin değiştiği bu çarpık ilişki, özerkliği sınırlandıran sağlıksız bir ilişkidir. İçselleştirilen bu ilişki biçimi, gelecekteki kötüye kullanılma ilişkilerindeki bağımlılığın temellerinden birini oluşturacaktır.
Babayla ilişki
  Her çocuk babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görmek ve o şekilde özdeşim yapmak gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi kaynağı değil; korku kaynağı, öfke kaynağı, tutarsız, güvenilmez biri haline gelir. Anneye destek olan değil, onu aşağılayan, hor gören biridir.
  Çocuk için bir diğer güçlük, şiddet uygulayan baba imgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan baba imgesi arasındaki gidiş gelişlere, değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür.
Özdeşim
  Çocuğun en önemli özdeşim nesneleri anne ve babadır. Özdeşim nesneleri arasındaki ilişki biçimi kurban-saldırgan ilişkisi olduğunda, çocuğun özdeşim süreçleri çok zorlaşır. Bu durumu, kızlar anneyle özdeşim yaparak kurbana, erkek çocuklar ise babayla özdeşim yaparak saldırgana dönüşür şeklinde açıklamaya çalışmak yetersiz olacaktır.
  Çünkü kız çocuk içselleştirilen saldırganlıktan payını alır. Aynı şekilde, oğlan çocuk karşı çıkamamanın, çaresizliğin, kurban haline gelmenin içselleştirilmesinden payını alır. Saldırganlığın ve kurban olmanın, şamar oğlanına dönmenin  çok çeşitli görünümleri vardır.
  Örneğin, babasının saldırganlığıyla özdeşim yapan bir çocuk düşünelim. Okulda yıkıcı davranışlarda bulunabilir, şiddete başvurabilir. Çünkü öfkenin kontrolsüzce boşalımı ile iç içe yaşamaktadır. Bu çocuklar genellikle aynı zamanda çevrenin öfkesini çeken ve kötü muameleye maruz kalan çocuklardır.
  Kendileri de bir bakıma şamar oğlanına dönerler. İşlemedikleri suçlar onların üzerine kalır, daha büyük çocuklardan dayak yerler vb. Bu kısır döngüden kendilerini bir türlü kurtaramazlar.
  Evde eşini döven erkeklerin çoğu, sanılanın aksine dışarıda çok uyumlu, anlayışlı görünür. Bu görünüme biraz daha yakından bakıldığında, öfkelerini, hatta istek ve gereksinimlerini uygun şekilde dile getiremedikleri, çoğu kez dışarıda haklarını savunamadıkları görülür.
  Bu bireyler, evde saldırgan bir tutum sergiledikleri halde, dışarıda yineleyici biçimde, kendi yaşamını istediği gibi yönetemeyen edilgin kurbanlar durumuna düşerler.

                                         

                         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

   ÇOCUK İSTİSMARININ NEDENLERİ

  Son otuz yılda, çocuk istismarı konusu gerek tıbbi gerekse toplumsal açıdan giderek önem kazanmaktadır. Çocuk ölümlerinin ve hastalıklarının bir nedeni olarak, kurbanları açısından son derecede yıkıcı sonuçlarıyla ve hatta sonraki nesiller için bile kalıcı izler bırakan özellikleriyle çocuk istismarı önemli bir sosyal sorundur.
  Bu konunun yeterince bildirilmemesi, tanı konulmasındaki güçlükler, inkar edilmesi ve gizli kalması ise önemini daha da arttırmaktadır.Çocuklarını istismar eden anne ve babaların kendine güvenmeyen, ana-baba olmayı kabullenememiş, kendi çocukluklarında benzer bir durumla karşılaşmış kişiler oldukları saptanmıştır.
  Öte yandan çocuk gelişimi ve eğitimi konularında gerçek dışı bilgilere  ve beklentilere sahip, kendi dürtülerini kolaylıkla denetim alamayan , karşılanmamış bağımlılık gereksinimleri olan ve alışkanlık yapıcı madde bağımlısı kişilerin de çocuk istismarına yatkın oldukları gözlenmiştir.
  İzolasyon ( tek başına kalma, yalnız bırakılma), baskı ve zorlanmalar ve  şiddetin  kuşaktan kuşağa geçen bir değer yargısı olarak toplum tarafından benimsenmiş olması da  çocuk istismarının nedenleri arasında sayılmaktadır.
  Öte yandan , olaya kurbanlar açısından bakıldığında, düşük doğum ağırlığı ( doğum kilosunun 2500 gr’ın altında oluşu) ile doğan, vaktinden önce doğan, kalıtsal veya süreğen bir hastalığı olan, istenmeyen bir gebelik sonucunda doğan, gayrı meşru olarak dünyaya gelen çocukların ve ikizlerin daha çok  istismar edildikleri görülmektedir.

                                ÇOCUK İSTİSMARININ TİPLERİ

  Çocuk istismarı başlıca üç şekilde olmaktadır:
1-Fiziksel istismar: Çocuğun canının yakılması, hırpalanması, incitilmesi, dövülmesi, kesici delici aletler veya ateşli silahlar kullanılması ve bunların sonucunda yaralanması , sakat bırakılması veya öldürülmesidir.
2- Duygusal istismar: Tehdit, bağırma eylemleri, çocuğa karşı sevgi yokluğu olduğunun gösterilmesi gibi çocuğun duygusal gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek tüm davranışlardır.
3- Cinsel istismar: Bir yetişkinin cinsel duygu ve isteklerini doyurmak üzere çocuğu bir araç olarak kullanma girişiminde bulunması veya kullanmasıdır.




AİLE İÇİ ŞİDDET VE ÇOCUK İSTİSMARININ DÜNYA VE TÜRKİYE’DEKİ DURUMU
  Aile içi şiddet de,  çocuk istismarı  da evlerin dört duvarı arasında, gizli gizli yaşandığından, toplumun değer yargıları bunlara, aile meselesidir, karışılmaz gözüyle baktığından, bu olayları önleyici yasal yaptırımların yetersiz oluşundan, şiddete ve istismara uğrayan kişilerin utanma, korkma ve benzeri duygusal  zorlanmalar nedeniyle bildirimde bulunmamalarından ve gerçekleri inkar etmelerinden, kurbanlarla  ilk karşılaşan hekimlerin belirti ve bulguları iyi tanıyamamalarından  dolayı , aile içi şiddet ve çocuk istismarı olguları yeterinde bilinememektedir.
  Dolayısıyla her iki olgunun da yaygınlığı hakkında kesin ve gerçekçi sayılar vermek olanaksızdır.Mevcut veriler, son yıllarda bu konunun önemini kavramış olan, yasal yaptırımları güçlü gelişmiş ülkelere aittir.
  Nitekim, 1987 yılında Avustralya’da yapılan bir çalışmada toplumun yarısının aile içi şiddete maruz kalmış bir kişiyi yakınen tanıdıklarını ortaya koymuştur. Benzer biçimde, Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmada Amerikan ailelerinin yarısında aile içi şiddetin varlığı saptanmıştır.
  Her yıl iki milyon civarında Amerikalı kadının eşleri tarafından dövüldüğü tahmin edilmektedir. Gerçek ise bu sayının iki katıdır. Amerika Birleşik Devletlerinde her on beş saniyede bir kadın dövülmekte ve her gün bu dövülen kadınlardan dördü yaşamını kaybetmektedir.Kenya’da yapılan bir araştırmada kadınların % 42’si kocaları tarafından düzenli olarak dövüldüklerini söylemiştir.
  Norveç’te kadın hastalıkları nedeniyle doktora giden kadınların %25’i eşleri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını ifade etmişlerdir. Dünya üzerinde aile içi şiddetin görülmediği ülke yok gibidir.
  Toplumların , ailenin bir bireyi olan kadınlara karşı uygulanan bu şiddeti tolere edebilmeleri artık mümkün değildir. Şiddet, sınır tanımadan,  tüm ülkelerde,  ister yoksul isterse zengin olsun, bütün evlerin kapılarının ardında gerçekleşmektedir. Hastahanelerin acil servisleri, dövülen bu kadınları her gün görmektedir.
  Sağlık personeli, dayağın yarattığı fiziksel ve ruhsal sorunları yakından tanımaktadır. Bütün bunlar karşısında sağlık personeli sessiz kalabilir mi? Sorumluluklarından kaçarak “benim işim değil, bırak polis halletsin!” diyebilir mi? Elbette ki hayır.
  Çocuk istismarının dünyadaki yaygınlığı konusuna gelince, ne yazık ki bu durumun görülme sıklığını belirten sayısal veriler elimizde yoktur. Çünkü bu durumu saptayacak sağlam bir yöntem henüz geliştirilememiştir.
  Çocuk istismarının bir sonucu olarak ortaya çıkan hastalıklar, yaralanmalar ve sakatlıklar nedeniyle, sağlık kuruluşlarına olan başvurulardan sonra yapılan bildirimler ise, çocuk istismarının sadece çok küçük bir bölümünü yansıtmaktadır.
  Bu tür olguların sayısının giderek artması ise endişe vericidir. Çocukların fiziksel istismarı sonucunda meydana gelen ölümler, 1-4 yaşlar arasında oluşan çocuk ölümlerinin % 3’ünü oluşturmaktadır.


  Türkiye’de aile içi şiddet olgusu ne kadardır? Eşlerinden veya ailenin diğer erkek bireylerinden dayak yiyen kadın sayısı nedir? Duygusal ve ekonomik şiddete maruz kalan kaç kadın vardır? Dövülen, duygusal veya cinsel istismara uğrayan çocukların sayısı nedir?
  İşte bu soruların kesin cevaplarını vermek çok zordur. Çünkü, bilmiyoruz. Çünkü bu konular yeterince araştırılmamış. Çünkü bu konular birer tabu olarak kabul ediliyor. Ama bize fikir verebilecek küçük çaplı çalışmalar da mevcuttur. Türk toplumunu, geleneksel olarak, özellikle ahlak ve namus gibi kavramlar söz konusu olduğunda aile içi şiddeti onaylayan bir toplum olduğunu biliyoruz.
  Hâttâ bu konuyla ilgili olarak ata sözlerimiz bile mevcut: “Kızını dövmeyen dizini döver” ya da “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gibi. Yine kitle iletişim araçlarında,  namus uğruna işlenen cinayetleri , her gün görüyoruz. Bütün bu işaretler bize, toplumumuzda aile içi şiddetin yaygın olduğuna dair ipuçları veriyor.
  Ama bu olayların neredeyse tamamına yakını gizli kalıyor. “Kol kırılır yen içinde kalır” atasözünün bir gereği olarak, aile meselesi şeklinde kabul edilip, dışarıya yansıtılamıyor. Yansıtılmıyor çünkü şiddete maruz kalanlar yani kadınlarımız bu konuda hem güçsüz hem de bilinçsiz.
  Güçsüzler, çünkü ekonomik özgürlükleri yok, aile ve yakın çevre baskısı altındalar, çocuklarının ellerinden alınacağından endişe duyuyorlar ve kendilerini kurumsal olarak ve gerçek anlamda destekleyecek, koruyup gözetecek bir toplumsal örgüt ve hizmet mevcut değil. Bilinçsizler, çünkü yeterince eğitilmemişler.
  Bilgileri noksan, hayat görüşleri dar, yaşamlarını sadece  kendi çevreleriyle kısıtlamışlar, başka yaşam biçimlerinin olabileceğini  hayal bile edemiyorlar, şiddet olgusunu kabullenmiş  ve “koca değil mi ? Hem döver hem sever” görüşünü benimsemişler. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalına çeşitli ruhsal sorunlar nedeniyle başvuran 140 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada, 80 kadının ( % 57,2) en az bir yıldan beridir eşinden dayak yediği, 30 kadının (%21,4)  dayak olmaksızın duygusal şiddet ile karşılaştığı, 30 kadının (%21,4) ise aile içi şiddet ile ilgili olarak bir sorununun bulunmadığı saptanmıştır.
  Aynı araştırmada, kadınların fiziksel şiddete maruz kaldıklarını açıklayabilmek için geçen sürenin  2-7 yıl arasında değiştiği  ve şiddetin yer aldığı ailelerde, erkeklerin eğitim düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir. T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun aile içi şiddet ile ilgili olarak  yaptığı bir çalışmada her 100 ailenin 34’ünde kadına yönelik fiziksel şiddetin var olduğu ortaya konulmuştur. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Dayanışma Merkezine 1992-1995 yılları arasında başvuran 550 kadının % 84’ünün aile içi şiddete maruz kaldığı bildirilmiştir.
  Bursa il merkezinde, 2001 yılında, 506 kadını kapsayan bir araştırmada kadınların % 59’unun aile içi şiddete maruz kaldığı, şiddeti uygulayanların  başında eşin geldiği ve bunu anne ve babanın izlediği, şiddete maruz kalanların % 14,5’ine fiziksel, % 33,6’sına duygusal, %45,5’ine de hem fiziksel hem de duygusal şiddetin birlikte uygulandığı saptanmıştır.
  Aynı araştırmada, eşlerin eğitim düzeylerinin yükselmesiyle birlikte şiddet uygulanmasının azaldığı ve erkeğin eğitim düzeyinin daha belirleyici olduğu, yani eğitim düzeyi yüksek olan erkeklerin daha az  aile içi şiddet uyguladıkları, şiddet uygulanan kadınların % 44’ünün bu uygulamayı kabullendikleri ve şiddet uygulanan kadınların , şiddetin  gerekçesi olarak en çok işaret ettikleri nedenin maddi sıkıntı olduğu belirlenmiştir.


  Türkiye’de çocuk istismarı konusunda  yapılan araştırmalarda ise %78 ile duygusal istismarın baş sırada olduğu görülmektedir. Fiziksel istismar (%24) ve cinsel istismar (%9) daha  az olarak görülmektedir.
  Çocukların ucuz işgücü olarak kullanılmaları yoluyla istismar edilmelerinin de Türkiye’de yaygın olduğunu söyleyebiliriz.
  Yasal düzenlemeler, 15 yaşın altındakilerin çalışmasını öngörmese de, gerçekte bu yasaların çiğnendiğini hepimiz biliyoruz.
  Meslek öğrensin, eli iş tutsun, eve katkısı olsun, adam olsun, gerekçeleriyle bu çocuklar, eğitim alma haklarından yoksun bırakılmakta, okula devam etmeleri gerekirken, sağlıkları üzerinde olumsuz etkileri olan ortamlarda, hiç bir sosyal ve yasal  güvence olmaksızın çalıştırılmaktadır. Bunların sayıları on binlercedir.
  Tarım kesiminde, ücretsiz aile işçisi durumunda olanların sayısı ise tam olarak bilinememektedir. Türkiye’de 1980-1982 yılları arasında sekiz ilde yapılan bir araştırmada, 4-12 yaşları arasındaki 16.000 çocuğun , fiziksel ve duygusal açıdan istismar edilip edilmediği incelenmiştir.
  Kız çocuklarının % 34,6’sının, erkek çocuklarının ise % 32,5’inin ihmal ve istismar kurbanı oldukları saptanmıştır.
   Eğitimsiz ebeveynlerin  %40’ı çocuklarını istismar ederken, eğitim düzeyi yüksek  ebeveynlerde bu oran % 17’ye kadar düşmektedir.
  Çocukların istismar edilmeleriyle, çocukların disiplin altına alınması arasındaki sınırı çok dikkatli belirlemek gerekir.
   Ama dilimize yerleşmiş olan “eti senin, kemiği benim” , “öğretmenin vurduğu yerde, gül biter”  tarzı deyişler, Türk toplumu olarak bizlerin bu ince çizgiyi iyi saptayamadığımızın açık bir ifadesidir.

 

         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

          AİLE İÇİ ŞİDDET VE ÇOCUK İSTİSMARININ ETKİLERİ

  Aile içi şiddet ve çocuk istismarının hem kurban hem de uygulayan üzerinde çok çeşitli etkileri olabilir. Bu etkiler kurban açısından daha önemli ve ciddidir. Kurban üzerindeki etkileri, bedensel, ruhsal ve sosyal etkiler olarak üçe ayırmak incelememizi kolaylaştıracaktır.

1- Bedensel Etkiler
  Daha çok fiziksel şiddetin ve fiziksel istismarın uygulanması durumlarında görülür. Vücudun çeşitli kesimlerinde oluşan yara, bereler, morluklar, şişmeler, sıyrıklar, kesiler, kanamalar, yanıklar, kırıklar,  göz ve beyin hasarları, iç organ yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar, kalıcı sakatlanmalar ve nihayet ölüm meydana gelmesi bedensel etkiler olarak sayılabilir.
  Çocuklarda görülen  önemli bir etki de, büyüme ve gelişme geriliğidir. Fiziksel şiddet, cinsel alana yönelikse, cinsel organlarla ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar.
2 - Ruhsal Etkiler
  Aile içi şiddet ve çocuk istismarının neden olduğu ruhsal etkiler, bedensel etkilere göre daha önemlidir. Çünkü bedensel etkiler bir süre sonra tedavi edilir ve ortadan kaldırılabilirler.
  Ancak ruhsal etkilerin , hem tedavisi zordur hem de ruhsal etkiler  uzun sürelidir, çoğu kez  yaşam boyu  devam eder. Aile içi şiddete maruz kalan kadınların psikolojik bozukluklar geliştirme açısından daha büyük tehlike altında oldukları bilinmektedir. Aile içi şiddete uğrayan kadınların ilk şok ve inkar  dönemini atlattıktan sonra , şiddete şiddet  ile karşılık verme ve daha sonra da depresyon ve kendini suçlama tutumu takındıkları gözlenmektedir.
  Dövülen kadınlar bu dönemde çaresizliği öğrenmektedirler. Bilişsel bozukluklar, kendini küçük ve önemsiz görme, sosyal hayattan uzaklaşma, kendine karşı duyduğu güveni ve saygıyı kaybetme gibi etkiler görülmektedir. Cinsel bakımdan fiziksel şiddete uğrayanlarda oluşan etkiler ise daha ciddidir.
  Depresyon, korku, çeşitli kişilik bozuklukları, alışkanlık yapıcı madde bağımlılığı olmaya yönelme, kendini suçlu hissedip utanma, kendi kendine zarar verme girişimlerinde bulunma ve intihar etme eğilimi bu kişilerde görülen  ruhsal  etkilerin en önemlileridir.
  Çocuk istismarının ruhsal etkileri ise yetişkinlerinkine göre daha önemlidir. İstismar edilen çocuklar, güven duygularını kaybeder ve sevgisizliği öğrenirler. Çeşitli kişilik bozuklukları geliştirebilirler. Çeşitli psikiyatrik hastalıklara yakalanabilirler. Bu çocuklar yetişkin olduklarında, şiddete meyilli olurlar.
   Öz güvenleri düşük, iletişim kurabilme özellikleri olmayan, toplum tarafından onaylanmayan davranışları gösteren, suç işlemeye yatkın, madde bağımlısı, kendine zarar verici davranışlar geliştiren ve intihara eğilimi olan kişiler haline gelirler.


3-Sosyal Etkiler
  Yukarıdaki bölümlerde, aile içi şiddet ve çocuk istismarının beden ve ruh sağlığı üzerindeki  kötü etkilerini gördünüz. Bir toplumda bu tür  şiddet ve istismar olayları yaygınsa, bu toplumun bireylerinin büyük bölümünün beden ve ruh sağlıkları bozuk demektir. Böyle bireylerden oluşan bir toplumun geleceği olabilir mi?
  Böyle bir toplumun çağdaş medeniyet düzeyini yakalaması ve insanlık adına yararlı katkılarda bulunması düşünülebilir mi? Elbette hayır. İşte, aile içi şiddet ve çocuk istismarının sosyal etkileri  bu biçimde ortaya çıkar.
  Öte yandan, özellikle toplumumuz için önem taşıyan ve kurbanlar açısından oluşan diğer bir önemli sosyal etki de, namus uğruna aile içi şiddete maruz kalmış olan kadınların veya cinsel istismara uğrayan çocukların, toplum tarafından dışlanması, istenmemesi, bu kişilere, kirletilmiş, işe yaramaz gözüyle bakılması, bu kişilerin toplum içine kabul edilmeyerek yalnızlığa itilmeleridir. Bu da parmak basılması gereken önemli bir sosyal yaramızdır.
4-  Aile İçi Şiddet veya Çocuk İstismarının,  Uygulayanlar Üzerindeki Etkileri
  Aile içi şiddet ve çocuk istismarının, bu şiddeti veya istismarı uygulayan kişiler, üzerinde de etkileri olur. Bu etkiler daha çok ruhsal ve sosyal etkiler olarak karşımıza çıkar. Karısına şiddet uygulayan bir erkek veya çocuğunu döven bir anne- baba,  yaptığı bu işten utanır, kendi kendini suçlar, duygularını  ve davranışlarını kontrol edemediği için cezalandırmaya çalışır, pişmanlık duyar, öz güvenini yitirebilir.
  Bu gibi kişiler pişmanlıklarını dile getirip, af dileseler de bir zaman sonra bütün bunları unutup, yeniden aynı eylemi gerçekleştirirler. O nedenle bu kişilerin mutlaka bir psikolojik tedaviye ve desteğe ihtiyaçları vardır.
  Eğer toplum, aile içi şiddet ve çocuk istismarını onaylamayan bir tutum sergiliyorsa, şiddet uygulayan bu kişileri  dışlayabilir, onları toplum dışına itebilir. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Almanya, İsveç, Norveç gibi gelişmiş ülkelerin çoğunda bu tür eylemlerin ciddi  yasal yaptırımları vardır.
  Eşlerine fiziksel şiddet uygulayan erkekler hapis ile cezalandırılmakta, çocuklarını istismar eden ailelerden çocukların velayeti alınmakta ve çocukların bakımını ve yetiştirilmesini,  kurumlar veya yetiştirici aileler üstlenmektedir.









                          






               

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder