Aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olan çocuklara “sessiz”, “unutulmuş” ya da “görünmez” kurbanlar adı verilmektedir. Bu çocuklar son yıllarda duygusal kötüye kullanılma kategorisi içinde düşünülmektedir.
Doğrudan şiddete maruz kalmasalar da, bu çocuklar diğer kötüye kullanılmış ya da ihmal edilmiş çocuklarla aynı türden belirtileri göstermektedir.
Annenin şiddet gördüğü durumlarda, çocuğun örselenmesi, annenin dövülmesi bittikten sonra da sürmektedir. Bu çocuklar, yardıma gereksinimi olan, yaralanmış, berelenmiş bir annenin bakımını üstlenmek zorunda kalmaktadırlar.
Bu, yalnızca bir fiziksel bakım üstlenme durumu ya da şiddet gören annenin, yeterli annelik yeteneklerini kaybetmesinden dolayı ihmale uğrama ile sınırlı değildir. Çalışmalar göstermektedir ki, dayak yiyen kadınlarda psikiyatrik bozukluklar, en basitinden depresyon oranı yüksektir.
Çocuk, içinde bulunduğu ortamın havasındaki bu çökkünlük duygularını içselleştirecektir. Ayrıca çökkün bir anneden psikolojik olarak ayrılmak ve bireyleşmek, çocuk için iki ayrı zorluk taşır.
Birincisi, yeterli doyuma ulaşamayan çocuk, tam olarak ne beklediğini bilemeden anneye yapışır.
İkincisi, çökkün bir anneyi kendi haline bırakıp da kendi yoluna gidemez, suçluluk duyar. Suçluluk duygusunun kaynaklarından biri, yeterli doyumu sağlamayarak çocuğu engelleyen anneye yönelik saldırganlıktır.
Çocuğun, örselenmiş durumdaki anneye duyduğu saldırganlığı üstlenebilmesi çok zordur. Bu nedenle, çocuk yaşına ve gelişimine göre, bölerek, yadsıyarak, bastırarak ya da başka savunmalar aracılığıyla saldırganlığından kurtulmaya çalışacaktır.
Ancak bunun bedeli büyüktür. Çünkü yaşam içinde, haklarımızı koruyabilmek, kendimizi ifade edebilmek, girişken olabilmek, bizim için önemli kişilerle eşit ilişkiler kurabilmek için hepimizin bir miktar sağlıklı saldırganlığa gereksinimimiz vardır.
Aile içi şiddetin “sessiz” tanığı ile devam edecek olursak; böyle bir çocuk, annesine annelik yapmak gereksinimi duyar. Rollerin değiştiği bu çarpık ilişki, özerkliği sınırlandıran sağlıksız bir ilişkidir. İçselleştirilen bu ilişki biçimi, gelecekteki kötüye kullanılma ilişkilerindeki bağımlılığın temellerinden birini oluşturacaktır.
Babayla ilişki
Her çocuk babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görmek ve o şekilde özdeşim yapmak gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi kaynağı değil; korku kaynağı, öfke kaynağı, tutarsız, güvenilmez biri haline gelir. Anneye destek olan değil, onu aşağılayan, hor gören biridir.
Çocuk için bir diğer güçlük, şiddet uygulayan baba imgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan baba imgesi arasındaki gidiş gelişlere, değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür.
Özdeşim
Çocuğun en önemli özdeşim nesneleri anne ve babadır. Özdeşim nesneleri arasındaki ilişki biçimi kurban-saldırgan ilişkisi olduğunda, çocuğun özdeşim süreçleri çok zorlaşır. Bu durumu, kızlar anneyle özdeşim yaparak kurbana, erkek çocuklar ise babayla özdeşim yaparak saldırgana dönüşür şeklinde açıklamaya çalışmak yetersiz olacaktır.
Çünkü kız çocuk içselleştirilen saldırganlıktan payını alır. Aynı şekilde, oğlan çocuk karşı çıkamamanın, çaresizliğin, kurban haline gelmenin içselleştirilmesinden payını alır. Saldırganlığın ve kurban olmanın, şamar oğlanına dönmenin çok çeşitli görünümleri vardır.
Örneğin, babasının saldırganlığıyla özdeşim yapan bir çocuk düşünelim. Okulda yıkıcı davranışlarda bulunabilir, şiddete başvurabilir. Çünkü öfkenin kontrolsüzce boşalımı ile iç içe yaşamaktadır. Bu çocuklar genellikle aynı zamanda çevrenin öfkesini çeken ve kötü muameleye maruz kalan çocuklardır.
Kendileri de bir bakıma şamar oğlanına dönerler. İşlemedikleri suçlar onların üzerine kalır, daha büyük çocuklardan dayak yerler vb. Bu kısır döngüden kendilerini bir türlü kurtaramazlar.
Evde eşini döven erkeklerin çoğu, sanılanın aksine dışarıda çok uyumlu, anlayışlı görünür. Bu görünüme biraz daha yakından bakıldığında, öfkelerini, hatta istek ve gereksinimlerini uygun şekilde dile getiremedikleri, çoğu kez dışarıda haklarını savunamadıkları görülür.
Bu bireyler, evde saldırgan bir tutum sergiledikleri halde, dışarıda yineleyici biçimde, kendi yaşamını istediği gibi yönetemeyen edilgin kurbanlar durumuna düşerler.
ÇOCUK
İSTİSMARININ NEDENLERİ
Son otuz yılda, çocuk
istismarı konusu gerek tıbbi gerekse toplumsal açıdan giderek önem
kazanmaktadır. Çocuk ölümlerinin ve hastalıklarının bir nedeni olarak,
kurbanları açısından son derecede yıkıcı sonuçlarıyla ve hatta sonraki nesiller
için bile kalıcı izler bırakan özellikleriyle çocuk istismarı önemli bir sosyal
sorundur.
Bu konunun yeterince
bildirilmemesi, tanı konulmasındaki güçlükler, inkar edilmesi ve gizli kalması
ise önemini daha da arttırmaktadır.Çocuklarını istismar eden anne ve babaların
kendine güvenmeyen, ana-baba olmayı kabullenememiş, kendi çocukluklarında
benzer bir durumla karşılaşmış kişiler oldukları saptanmıştır.
Öte yandan çocuk gelişimi
ve eğitimi konularında gerçek dışı bilgilere
ve beklentilere sahip, kendi dürtülerini kolaylıkla denetim alamayan ,
karşılanmamış bağımlılık gereksinimleri olan ve alışkanlık yapıcı madde
bağımlısı kişilerin de çocuk istismarına yatkın oldukları gözlenmiştir.
İzolasyon ( tek başına
kalma, yalnız bırakılma), baskı ve zorlanmalar ve şiddetin
kuşaktan kuşağa geçen bir değer yargısı olarak toplum tarafından
benimsenmiş olması da çocuk istismarının
nedenleri arasında sayılmaktadır.
Öte yandan , olaya
kurbanlar açısından bakıldığında, düşük doğum ağırlığı ( doğum kilosunun 2500
gr’ın altında oluşu) ile doğan, vaktinden önce doğan, kalıtsal veya süreğen bir
hastalığı olan, istenmeyen bir gebelik sonucunda doğan, gayrı meşru olarak
dünyaya gelen çocukların ve ikizlerin daha çok
istismar edildikleri görülmektedir.
ÇOCUK İSTİSMARININ TİPLERİ
Çocuk
istismarı başlıca üç şekilde olmaktadır:
1-Fiziksel
istismar: Çocuğun canının yakılması, hırpalanması, incitilmesi, dövülmesi,
kesici delici aletler veya ateşli silahlar kullanılması ve bunların sonucunda
yaralanması , sakat bırakılması veya öldürülmesidir.
2- Duygusal
istismar: Tehdit, bağırma eylemleri, çocuğa karşı sevgi yokluğu olduğunun
gösterilmesi gibi çocuğun duygusal gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek tüm
davranışlardır.
3- Cinsel
istismar: Bir yetişkinin cinsel duygu ve isteklerini doyurmak üzere çocuğu bir
araç olarak kullanma girişiminde bulunması veya kullanmasıdır.
AİLE İÇİ ŞİDDET
VE ÇOCUK İSTİSMARININ DÜNYA VE TÜRKİYE’DEKİ DURUMU
Aile
içi şiddet de, çocuk istismarı da evlerin dört duvarı arasında, gizli gizli
yaşandığından, toplumun değer yargıları bunlara, aile meselesidir, karışılmaz
gözüyle baktığından, bu olayları önleyici yasal yaptırımların yetersiz
oluşundan, şiddete ve istismara uğrayan kişilerin utanma, korkma ve benzeri
duygusal zorlanmalar nedeniyle
bildirimde bulunmamalarından ve gerçekleri inkar etmelerinden, kurbanlarla ilk karşılaşan hekimlerin belirti ve
bulguları iyi tanıyamamalarından dolayı
, aile içi şiddet ve çocuk istismarı olguları yeterinde bilinememektedir.
Dolayısıyla
her iki olgunun da yaygınlığı hakkında kesin ve gerçekçi sayılar vermek
olanaksızdır.Mevcut veriler, son yıllarda bu konunun önemini kavramış olan,
yasal yaptırımları güçlü gelişmiş ülkelere aittir.
Nitekim,
1987 yılında Avustralya’da yapılan bir çalışmada toplumun yarısının aile içi
şiddete maruz kalmış bir kişiyi yakınen tanıdıklarını ortaya koymuştur. Benzer
biçimde, Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir çalışmada Amerikan
ailelerinin yarısında aile içi şiddetin varlığı saptanmıştır.
Her
yıl iki milyon civarında Amerikalı kadının eşleri tarafından dövüldüğü tahmin
edilmektedir. Gerçek ise bu sayının iki katıdır. Amerika Birleşik Devletlerinde
her on beş saniyede bir kadın dövülmekte ve her gün bu dövülen kadınlardan
dördü yaşamını kaybetmektedir.Kenya’da yapılan bir araştırmada kadınların %
42’si kocaları tarafından düzenli olarak dövüldüklerini söylemiştir.
Norveç’te
kadın hastalıkları nedeniyle doktora giden kadınların %25’i eşleri tarafından
fiziksel veya cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını ifade etmişlerdir. Dünya
üzerinde aile içi şiddetin görülmediği ülke yok gibidir.
Toplumların
, ailenin bir bireyi olan kadınlara karşı uygulanan bu şiddeti tolere
edebilmeleri artık mümkün değildir. Şiddet, sınır tanımadan, tüm ülkelerde, ister yoksul isterse zengin olsun, bütün
evlerin kapılarının ardında gerçekleşmektedir. Hastahanelerin acil servisleri,
dövülen bu kadınları her gün görmektedir.
Sağlık
personeli, dayağın yarattığı fiziksel ve ruhsal sorunları yakından
tanımaktadır. Bütün bunlar karşısında sağlık personeli sessiz kalabilir mi?
Sorumluluklarından kaçarak “benim işim değil, bırak polis halletsin!” diyebilir
mi? Elbette ki hayır.
Çocuk
istismarının dünyadaki yaygınlığı konusuna gelince, ne yazık ki bu durumun
görülme sıklığını belirten sayısal veriler elimizde yoktur. Çünkü bu durumu
saptayacak sağlam bir yöntem henüz geliştirilememiştir.
Çocuk
istismarının bir sonucu olarak ortaya çıkan hastalıklar, yaralanmalar ve sakatlıklar
nedeniyle, sağlık kuruluşlarına olan başvurulardan sonra yapılan bildirimler
ise, çocuk istismarının sadece çok küçük bir bölümünü yansıtmaktadır.
Bu
tür olguların sayısının giderek artması ise endişe vericidir. Çocukların
fiziksel istismarı sonucunda meydana gelen ölümler, 1-4 yaşlar arasında oluşan
çocuk ölümlerinin % 3’ünü oluşturmaktadır.
Türkiye’de
aile içi şiddet olgusu ne kadardır? Eşlerinden veya ailenin diğer erkek
bireylerinden dayak yiyen kadın sayısı nedir? Duygusal ve ekonomik şiddete
maruz kalan kaç kadın vardır? Dövülen, duygusal veya cinsel istismara uğrayan
çocukların sayısı nedir?
İşte
bu soruların kesin cevaplarını vermek çok zordur. Çünkü, bilmiyoruz. Çünkü bu
konular yeterince araştırılmamış. Çünkü bu konular birer tabu olarak kabul
ediliyor. Ama bize fikir verebilecek küçük çaplı çalışmalar da mevcuttur. Türk
toplumunu, geleneksel olarak, özellikle ahlak ve namus gibi kavramlar söz
konusu olduğunda aile içi şiddeti onaylayan bir toplum olduğunu biliyoruz.
Hâttâ
bu konuyla ilgili olarak ata sözlerimiz bile mevcut: “Kızını dövmeyen dizini
döver” ya da “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”
gibi. Yine kitle iletişim araçlarında,
namus uğruna işlenen cinayetleri , her gün görüyoruz. Bütün bu işaretler
bize, toplumumuzda aile içi şiddetin yaygın olduğuna dair ipuçları veriyor.
Ama
bu olayların neredeyse tamamına yakını gizli kalıyor. “Kol kırılır yen içinde
kalır” atasözünün bir gereği olarak, aile meselesi şeklinde kabul edilip,
dışarıya yansıtılamıyor. Yansıtılmıyor çünkü şiddete maruz kalanlar yani
kadınlarımız bu konuda hem güçsüz hem de bilinçsiz.
Güçsüzler,
çünkü ekonomik özgürlükleri yok, aile ve yakın çevre baskısı altındalar,
çocuklarının ellerinden alınacağından endişe duyuyorlar ve kendilerini kurumsal
olarak ve gerçek anlamda destekleyecek, koruyup gözetecek bir toplumsal örgüt
ve hizmet mevcut değil. Bilinçsizler, çünkü yeterince eğitilmemişler.
Bilgileri
noksan, hayat görüşleri dar, yaşamlarını sadece
kendi çevreleriyle kısıtlamışlar, başka yaşam biçimlerinin
olabileceğini hayal bile edemiyorlar,
şiddet olgusunu kabullenmiş ve “koca
değil mi ? Hem döver hem sever” görüşünü benimsemişler. İstanbul Üniversitesi,
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalına çeşitli ruhsal sorunlar
nedeniyle başvuran 140 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada, 80 kadının ( %
57,2) en az bir yıldan beridir eşinden dayak yediği, 30 kadının (%21,4) dayak olmaksızın duygusal şiddet ile
karşılaştığı, 30 kadının (%21,4) ise aile içi şiddet ile ilgili olarak bir
sorununun bulunmadığı saptanmıştır.
Aynı
araştırmada, kadınların fiziksel şiddete maruz kaldıklarını açıklayabilmek için
geçen sürenin 2-7 yıl arasında
değiştiği ve şiddetin yer aldığı
ailelerde, erkeklerin eğitim düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir.
T.C.Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun aile içi şiddet ile ilgili olarak yaptığı bir çalışmada her 100 ailenin 34’ünde
kadına yönelik fiziksel şiddetin var olduğu ortaya konulmuştur. Mor Çatı Kadın
Sığınağı Vakfı Dayanışma Merkezine 1992-1995 yılları arasında başvuran 550
kadının % 84’ünün aile içi şiddete maruz kaldığı bildirilmiştir.
Bursa
il merkezinde, 2001 yılında, 506 kadını kapsayan bir araştırmada kadınların %
59’unun aile içi şiddete maruz kaldığı, şiddeti uygulayanların başında eşin geldiği ve bunu anne ve babanın
izlediği, şiddete maruz kalanların % 14,5’ine fiziksel, % 33,6’sına duygusal,
%45,5’ine de hem fiziksel hem de duygusal şiddetin birlikte uygulandığı
saptanmıştır.
Aynı araştırmada, eşlerin eğitim düzeylerinin
yükselmesiyle birlikte şiddet uygulanmasının azaldığı ve erkeğin eğitim
düzeyinin daha belirleyici olduğu, yani eğitim düzeyi yüksek olan erkeklerin
daha az aile içi şiddet uyguladıkları,
şiddet uygulanan kadınların % 44’ünün bu uygulamayı kabullendikleri ve şiddet
uygulanan kadınların , şiddetin
gerekçesi olarak en çok işaret ettikleri nedenin maddi sıkıntı olduğu
belirlenmiştir.
Türkiye’de
çocuk istismarı konusunda yapılan
araştırmalarda ise %78 ile duygusal istismarın baş sırada olduğu görülmektedir.
Fiziksel istismar (%24) ve cinsel istismar (%9) daha az olarak görülmektedir.
Çocukların
ucuz işgücü olarak kullanılmaları yoluyla istismar edilmelerinin de Türkiye’de
yaygın olduğunu söyleyebiliriz.
Yasal
düzenlemeler, 15 yaşın altındakilerin çalışmasını öngörmese de, gerçekte bu
yasaların çiğnendiğini hepimiz biliyoruz.
Meslek
öğrensin, eli iş tutsun, eve katkısı olsun, adam olsun, gerekçeleriyle bu
çocuklar, eğitim alma haklarından yoksun bırakılmakta, okula devam etmeleri
gerekirken, sağlıkları üzerinde olumsuz etkileri olan ortamlarda, hiç bir
sosyal ve yasal güvence olmaksızın
çalıştırılmaktadır. Bunların sayıları on binlercedir.
Tarım
kesiminde, ücretsiz aile işçisi durumunda olanların sayısı ise tam olarak
bilinememektedir. Türkiye’de 1980-1982 yılları arasında sekiz ilde yapılan bir
araştırmada, 4-12 yaşları arasındaki 16.000 çocuğun , fiziksel ve duygusal
açıdan istismar edilip edilmediği incelenmiştir.
Kız
çocuklarının % 34,6’sının, erkek çocuklarının ise % 32,5’inin ihmal ve istismar
kurbanı oldukları saptanmıştır.
Eğitimsiz ebeveynlerin %40’ı
çocuklarını istismar ederken, eğitim düzeyi yüksek ebeveynlerde bu oran % 17’ye kadar
düşmektedir.
Çocukların
istismar edilmeleriyle, çocukların disiplin altına alınması arasındaki sınırı
çok dikkatli belirlemek gerekir.
Ama dilimize yerleşmiş olan “eti senin, kemiği
benim” , “öğretmenin vurduğu yerde, gül biter”
tarzı deyişler, Türk toplumu olarak bizlerin bu ince çizgiyi iyi
saptayamadığımızın açık bir ifadesidir.
AİLE İÇİ ŞİDDET VE ÇOCUK İSTİSMARININ
ETKİLERİ
Aile içi şiddet ve çocuk istismarının hem kurban hem de uygulayan
üzerinde çok çeşitli etkileri olabilir. Bu etkiler kurban açısından daha önemli
ve ciddidir. Kurban üzerindeki etkileri, bedensel, ruhsal ve sosyal etkiler
olarak üçe ayırmak incelememizi kolaylaştıracaktır.
1- Bedensel Etkiler
Daha
çok fiziksel şiddetin ve fiziksel istismarın uygulanması durumlarında görülür.
Vücudun çeşitli kesimlerinde oluşan yara, bereler, morluklar, şişmeler,
sıyrıklar, kesiler, kanamalar, yanıklar, kırıklar, göz ve beyin hasarları, iç organ
yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar, kalıcı
sakatlanmalar ve nihayet ölüm meydana gelmesi bedensel etkiler olarak sayılabilir.
Çocuklarda
görülen önemli bir etki de, büyüme ve
gelişme geriliğidir. Fiziksel şiddet, cinsel alana yönelikse, cinsel organlarla
ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar.
2 - Ruhsal
Etkiler
Aile
içi şiddet ve çocuk istismarının neden olduğu ruhsal etkiler, bedensel etkilere
göre daha önemlidir. Çünkü bedensel etkiler bir süre sonra tedavi edilir ve
ortadan kaldırılabilirler.
Ancak
ruhsal etkilerin , hem tedavisi zordur hem de ruhsal etkiler uzun sürelidir, çoğu kez yaşam boyu
devam eder. Aile içi şiddete maruz kalan kadınların psikolojik
bozukluklar geliştirme açısından daha büyük tehlike altında oldukları
bilinmektedir. Aile içi şiddete uğrayan kadınların ilk şok ve inkar dönemini atlattıktan sonra , şiddete
şiddet ile karşılık verme ve daha sonra
da depresyon ve kendini suçlama tutumu takındıkları gözlenmektedir.
Dövülen
kadınlar bu dönemde çaresizliği öğrenmektedirler. Bilişsel bozukluklar, kendini
küçük ve önemsiz görme, sosyal hayattan uzaklaşma, kendine karşı duyduğu güveni
ve saygıyı kaybetme gibi etkiler görülmektedir. Cinsel bakımdan fiziksel
şiddete uğrayanlarda oluşan etkiler ise daha ciddidir.
Depresyon,
korku, çeşitli kişilik bozuklukları, alışkanlık yapıcı madde bağımlılığı olmaya
yönelme, kendini suçlu hissedip utanma, kendi kendine zarar verme
girişimlerinde bulunma ve intihar etme eğilimi bu kişilerde görülen ruhsal
etkilerin en önemlileridir.
Çocuk
istismarının ruhsal etkileri ise yetişkinlerinkine göre daha önemlidir.
İstismar edilen çocuklar, güven duygularını kaybeder ve sevgisizliği
öğrenirler. Çeşitli kişilik bozuklukları geliştirebilirler. Çeşitli psikiyatrik hastalıklara yakalanabilirler. Bu çocuklar yetişkin olduklarında, şiddete meyilli olurlar.
Öz güvenleri düşük, iletişim kurabilme özellikleri
olmayan, toplum tarafından onaylanmayan davranışları gösteren, suç işlemeye
yatkın, madde bağımlısı, kendine zarar verici davranışlar geliştiren ve
intihara eğilimi olan kişiler haline gelirler.
3-Sosyal
Etkiler
Yukarıdaki
bölümlerde, aile içi şiddet ve çocuk istismarının beden ve ruh sağlığı
üzerindeki kötü etkilerini gördünüz. Bir
toplumda bu tür şiddet ve istismar
olayları yaygınsa, bu toplumun bireylerinin büyük bölümünün beden ve ruh
sağlıkları bozuk demektir. Böyle bireylerden oluşan bir toplumun geleceği
olabilir mi?
Böyle
bir toplumun çağdaş medeniyet düzeyini yakalaması ve insanlık adına yararlı
katkılarda bulunması düşünülebilir mi? Elbette hayır. İşte, aile içi şiddet ve
çocuk istismarının sosyal etkileri bu
biçimde ortaya çıkar.
Öte
yandan, özellikle toplumumuz için önem taşıyan ve kurbanlar açısından oluşan
diğer bir önemli sosyal etki de, namus uğruna aile içi şiddete maruz kalmış
olan kadınların veya cinsel istismara uğrayan çocukların, toplum tarafından
dışlanması, istenmemesi, bu kişilere, kirletilmiş, işe yaramaz gözüyle
bakılması, bu kişilerin toplum içine kabul edilmeyerek yalnızlığa
itilmeleridir. Bu da parmak basılması gereken önemli bir sosyal yaramızdır.
4- Aile İçi Şiddet veya Çocuk İstismarının, Uygulayanlar Üzerindeki Etkileri
Aile
içi şiddet ve çocuk istismarının, bu şiddeti veya istismarı uygulayan kişiler,
üzerinde de etkileri olur. Bu etkiler daha çok ruhsal ve sosyal etkiler olarak
karşımıza çıkar. Karısına şiddet uygulayan bir erkek veya çocuğunu döven bir
anne- baba, yaptığı bu işten utanır,
kendi kendini suçlar, duygularını ve
davranışlarını kontrol edemediği için cezalandırmaya çalışır, pişmanlık duyar, öz güvenini yitirebilir.
Bu
gibi kişiler pişmanlıklarını dile getirip, af dileseler de bir zaman sonra
bütün bunları unutup, yeniden aynı eylemi gerçekleştirirler. O nedenle bu
kişilerin mutlaka bir psikolojik tedaviye ve desteğe ihtiyaçları vardır.
Eğer
toplum, aile içi şiddet ve çocuk istismarını onaylamayan bir tutum
sergiliyorsa, şiddet uygulayan bu kişileri
dışlayabilir, onları toplum dışına itebilir. Amerika Birleşik
Devletleri, İngiltere, Almanya, İsveç, Norveç gibi gelişmiş ülkelerin çoğunda
bu tür eylemlerin ciddi yasal
yaptırımları vardır.
Eşlerine
fiziksel şiddet uygulayan erkekler hapis ile cezalandırılmakta, çocuklarını
istismar eden ailelerden çocukların velayeti alınmakta ve çocukların bakımını
ve yetiştirilmesini, kurumlar veya
yetiştirici aileler üstlenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder