HASTA OLMAK ÖĞRENİLEBİLİR Mİ?
Psikolog Ayhan bingöl
Sadık dost gece dinlenmeye başladığında, güneş geceden
hırsını alır gibi dikleştirir bakışlarını. Uyanmışızdır. Peki, aynı sabaha mı?
Dünden hiç farklı olmayan aynı sabaha???
Sorunumuz ne olursa olsun, yeni bir güne nasıl
başladığımızdır asıl önemli olan. Baş edilmesi güç bile olsa, hiç bir hain
virüs ya da hastalık bizim sevme becerimizi elimizden alamaz, bir bebeğin
annesine duyduğu ihtiyacı erteleyemez ve sevdiğimize dokunmamıza engel olamaz.
Sağlık ve hastalık insanlık tarihi boyunca var olan bir
ikilemdir insanlık değiştikçe, geliştikçe
Hastalıklar da paralel bir seyir izlemiştir. İnsanoğlu
değişik zaman dilimlerinde, değişmez biçimde hastalıklarla mücadele etmiştir. Yirminci
yüzyıl öncesi ağırlıklı olarak enfeksiyon hastalıklarıyla (
bulaşıcı hastalıklar)savaşmak zorunda kalan insan, içinde bulunduğumuz çağda
ise kronik hastalıklarla mücadele içindedir.
Hastalıklar çoğu zaman dingin bir denizde aniden çıkan
fırtına gibidir, bir anda iklimimizi değiştirirler. Belirtileri günlük
hayatımıza serpiştirilmiş dağınık şikâyetler gibidir. Ancak hekimin anamnezi sonucunda
bir araya getirilebilen bu dağınık tablo sağlığımız açısından anlamlı hale
gelir.
En önemli sorumluluğu varlığını sürdürmek olan insan,
karşılaştığı tehditleri bu sorumluluk duygusuyla aşmaya çalışır. Başlangıçta
belki biraz karamsar, biraz şaşkın, biraz da kendisini çevreleyen algının
etkisiyle umutsuzluk içine düşebilir. Ancak zaman geçtikçe her insanın içindeki
temel isteklendirme olan yaşama arzusu galip gelerek süreci kontrol altına alır.
İnanılmaz bir çaba ile kendisine iyi geleceğini düşündüğü bilginin peşine düşer
ve artık insanoğlu için hastalıklarla baş edebilme konusunda ustalaşma süreci başlamıştır.
Nasıl ki bir diyabet hastası çok sevdiği şekerle düşman olabiliyorsa, kalbi ile
problemi olan kişi de bir anda sporla dost olabiliyor. Bu keskin dönüşüm
aslında insanın iradi ve zihinsel yeteneklerinden kaynaklanmaktadır. İnsan, doğada nesneler dünyasına anlam
yükleyebilen tek canlıdır. Yaşama yüklediğimiz anlam ne kadar sağlam ise
hastalık ya da yaşamın önündeki herhangi bir tehdit karşısındaki irademiz de o
kadar sarsılmaz ve sağlam olacaktır.
Elbette ki hastalığımız kişisel kırılma alanlarımızdaki
hassasiyetimizi artıracaktır ancak bu kişiliğimizin değişmesi anlamına gelmemelidir.
Biliyoruz ki, küskünlüğümüz kırgınlığımız hayata değil hastalığadır. Bunu
aklımızdan çıkarmazsak hastalığımızın ilişkilerimize sızmasına da izin vermemiş
oluruz.
Hastalıklarla mücadele konusunda temel sorun durumu algılayış biçimimizdir. Algımız, içinde
yetiştiğimiz kültürün öğeleri, almış olduğumuz eğitim, teneffüs ettiğimiz
siyasal atmosfer, pedagojik unsurlar ve ihtiyaçlarımızdan beslenir. Algının
yapısı esnek ve değiştirilebilirdir. Algının en önemli görevi karşılaşılan yeni
duruma uygun tepkiyi üretmektir. Yeni duruma ayarlanmamız ve özümseyebilmemiz
yeni durumla baş etmemizi kolaylaştıracaktır. Algımız hastalığımızı yönetmedeki
en önemli yardımcımızdır.
Hastalığı yönetmek ancak hasta olmayı öğrenmekle mümkündür.
Hasta olmayı öğrenmekse hastalığı tanımakla mümkündür. Bu sürecin ilk aşaması, tedavimizi üstlenen hekiminize güven duymaktır.
Hastalık hakkındaki bilgileri filtre ederek size sunan hekiminiz, dışındaki
test edilmemiş bilgilere ihtiyatla ve şüpheyle yaklaşmak sürecin kontrol altına
alınmasında son derece önemlidir. Hastayla hekim arasındaki güvene dayalı
sağlam ilişki belirsizlik içeren hastalık sürecini yeniden çerçeveleyebilmemize
yardımcı olacak tek ve en önemli ilişkidir. İkinci aşama, içinde bulunduğumuz
psiko-sosyal ve ekonomik koşullarla toplumsal rollerimizi yeniden gözden geçirmektir.
Gerekli görüldüğü takdirde yeni bir yaşam stratejisi hazırlamaktır.
Hastalıklarla baş etmeyi ikiye ayıra biliriz, birincisi
hasta olmadan önce düzenli kontrollerden geçmek diğeri ise tedavi disiplinine
sadık kalmaktır. Öncelikle hastalığı kabul etme aşamasında geç kalmamalıyız. Bu
konuda geç kalmak tüm tedavi sürecinin aksamasına neden olabilecektir.
Özellikle duygusal eğilimlerimiz ya da psikolojik aygıtımızın kırılganlığı
kabul sürecini uzatan en önemli belirleyicilerdir. İsyanımızın ve dirençlerimizin
çevresel yansımaları ne kadar süreceği belli olmayan bu süreci daha da
zorlaştırabilir. Özellikle hasta yakınlarına tavsiyem hasta bireyin isyan ve
saldırganlığının kendilerine değil hastalığa karşı olduğunu anlamalarıdır.
Durumu böyle değerlendirmek hastayı ve yakınlarını rahatlatacaktır.
Hastalıkla mücadele prensiplerinin önemli parçalarından biri
de hastalığın ve sonuçlarının neyi tehdit ettiğinin fark edilmesidir. Bu
farkındalık mücadele gücümüze katkıda bulunacaktır. Zira bilinç, durumdan haberdar olmak değil neyin tehdit altında
olduğunu da bilmektir.
Tedavi sürecine yaklaşım ise ayrıca önemli bir husustur. Tedaviden doğan yan etkiler veya benzeri
durumlar tedavinin olumlu sonuçlarından daha önemli değildir. Unutulmamalıdır
ki tedaviden doğan yan etkiler kontrol altına alınabilir, fakat bu yüzden
tedaviden kaçmak ya da aksatmak kontrol edilemez sonuçları beraberinde getirebilir.
Unutulmamalıdır ki hekimimiz elindeki en uygun tedaviyi bizim için
uygulamaktadır.
Kronik rahatsızlıklarla baş etmeyi güçleştiren bir diğer
durum ise hastalığın alevlenme dönemleri veya ataklar dönemidir. Böylesi
durumlarda yapılması gereken en başa dönmek değil bu durumun sürecin bir
parçası olduğunu anlamaktır. Bu anlama becerisi bizi geriletmeyeceği gibi bu
istenmeyen dönemi çabuk ve en az zararla atlatmayı da beraberinde getirecektir.
Çünkü özellikle hastalığın bu dönemlerinde irademizi test etmek son derece
önemlidir. Bu süreci kaygı ve panik içinde atlatmak ise bize yeni yükler
getirecektir.
Unutulmamalıdır ki hastalık kronik olsun akut olsun,
bilinçli ve örgütlü şekilde mücadele etmemizi gerektiren bir gerçektir.
Hastalığı anlamak tanımak ve hastalığı yönetmek bu sevimsiz durumdan
kurtulmamızı sağlayacak en önemli unsurlardır.
Değerli dostlar iki konuda uyanık olmamız gerekir, bunlardan
birincisi en tükendiğimizi hissettiğimiz anda ayakta durmamız gerektiği, bir
diğeri ise bunu ne adına yaptığımızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder