13 Nisan 2016 Çarşamba

DİYABET,KOGNİTİF İŞLEVLER,(UNUTKANLIK,DİKKAT BOZULMALARI)


Kognitif Bozukluklar ve Diyabet
Diyabetin retinal, renal, kardiovaksüler ve çevresel sinir sistemleri üzerindeki yıkıcı etkisi biliniyor. Fakat, diyabetin kognitif fonksiyonlar üzerine etkisine çok daha az önem verilmiştir. Hem tip 1 hem tip 2 diyabet, birçok kognitif fonksiyon alanında daha düşük performansla ilişkilendirilmiştir. Diyabetin kognitif bozukluklardaki rolü tam olarak anlaşılamamıştır fakat, hiperglisemi, vasküler sorunlar, hipoglisemi ve insülin direncinin önemli bir rol oynadığı muhtemeldir. Nörokognitif testler, uyandırılmış tepki potansiyelleri ve manyetik rezonans görüntüleme gibi farklı modaliteler diyabetin beyne olan etkisi hakkındaki çalışmalarda yıllardır evrilerek kullanılmıştır. Diyabetli hastalarda kognitif bozukluk üzerine çok önemli araştırmalar yapılsa da, önleme ve tedavi stratejileri geliştirmek için, komplikasyonun mekanizmaları ve doğal geçmişi hakkında daha fazla araştırma yapılmalıdır.


I. Giriş
II. Kognitif Bozukluklar ve Diyabetli Hastalar
A.    Tip 1 Diyabeti
B. Tip 2 Diyabeti
C. Hipoglisemi ve Kognitif Bozukluklar
D.    Bölüm Özeti
III.    Diyabette Kognitif Bozuklukların Patofizyolojisi
A.    Hipergliseminin rolü
B.Vasküler rahatsızlıkların rolü
C. Hipogliseminin rolü
D.    İnsülin Direnci ve Amiloid’in rolü
IV.Diyabetli Hastalarda Kognitif Bozukluk Ölçümünde Modaliteler
V.Gelecek istikametler
VI. Sonuçlar
I. Giriş
Diyabet birçok organ ve vücutta yıkıcı etkileri olabilen kompleks, metabolik bir hastalıktır. Diyabet, Türkiye ve Dünya da  son safha nefrik hastalıklarının baş sebebidir (1) ve ayrıca, görme kaybı, nöropati ve kardiovasküler hastalıkların yaygın bir sebebidir. Diyabet komplikasyonlarının çok bilinmeyen, ve pek de üzerine yazılmayan şekli kognitif bozukluklardır. Tip 1 ve 2 diyabet hastalarında kökeni diyabete dayandırılabilecek kognitif bozukluklar tespit edilmiştir. Hem hipoglisemi hem hiperglisemi kognitif bozuklukların sebebi olarak görülür ve bir çok hasta sık sık tekrarlayan hipogliseminin zamanla hafızalarını kötü yönde etkileyeceğinden korkar. Bu konuda çok araştırma yapılsa da, konunun altında yatan patofizyoloji tam olarak anlaşılmamıştır ve diyabette kognitif bozuklukların en uygun teşhis, tedavi ve önlem metodları tanımlanmamıştır.
II.Kognitif Bozukluklar ve Diyabetli Hastalar
Tip 1 Diyabet
Diyabetli hastalarda kognitif bozukluklar ilk kez, ‘asidozdan uzak ama hala şeker alımı olan’ hastaların hafızalarında ve dikkatlerindeki ölçümlerin kontrol grubuyla karşılaştırılmasıyla birlikte 1922 yılında anlaşıldı.(2). O zamandan beri, diyabette kognitif bozuklukların şiddet ve kapsamını daha iyi anlamak için birçok çalışma oldu. (Tablo 1)


Tablo 1. Tip 1 Diyabetinden kötü şekilde etkilenen kognitif alanların özeti
Bilgi işlemede yavaşlama*
 Psikomotor verim*
 Dikkat*
Hafıza
Öğrenme
Sorun Çözme
Motor Hız
Kelime Dağarcığı
 Genel Zeka
 Görsel İnşa*
Görsel idrak
 Somatosensori İnceleme
 Motor Kuvvet
Zihinsel Esneklik*
 Yürütme fonksiyonları
Yıldızla işaretli alanlarda, kuvvetli destek verileri vardır.
Tip 1 diyabet tanısı konulmuş hastalarda en yaygın kognitif eksiklikler bilgi işlemin yavaşlaması (3-6) ve psikomotor verimin kötüleşmesi (3,4,7) . Fakat, diğer eksikliklerin de altı çizilmiştir, motor hızda yavaşlama (5, 8-10), kelime dağarcığı (7, 11-13), genel zeka (12,14), görsel inşa (6,12), dikkat (6), somatosensori inceleme, motor Tip 1 diyabetlilerde glisemik kontrolün kognitif performans üzerinde bir etkisi olduğu görülüyor. Daha iyi glisemik kontrolle beraber, psikomotor verim, motor hız (5,15), dikkat, sözel IQ puanları (16-18), hafıza ve akademik başarı (17) iyileşiyor. Özellikle, 18 yıllık bir dönemden sonra bakılan Diyabet Kontrol ve Komplikasyon Sınaması (DCCT), zamana orantılı glikaze hemoglobini (HbA1c)  %7.4ten az olan hastaların, motor hız ve psikomotor verimlilik testlerinde ortalama HbA1c oranı %8.8 olan hastalardan daha yüksek skorlar aldıklarını göstermiştir (15). Buna ek olarak, bütün kognitif fonksiyonların yavaşlaması, zihinzel işlem yanlışlarında artmalar (19),  odakta kayıp (20), bilgi işlem hızında düşüş, düşen dikkat ve zayıflayan çalışan hafıza (21) tip 1 ve 2 diyabetlilerde akut hiperglisemi zamanlarında görülmüştür.
Yakın zamandaki bir veri analizi tip 1 diyabetli yetişkinlerde kognitif bozukluklar üzerine yapılan 33 çalışmayı içermiştir (22). Çalışma, kontrol grubuna kıyasla tip 1 diyabetlilerde, ortamal kognisyon, akıcı ve kristalize zeka, bilgi işleme hızı, psikomotor verimlilik, görsel ve sürekli dikkat, zihinsel esneklik ve görsel idrakta ciddi azalmalar bulmuştur. Hafıza, motor hız, seçici dikkat ve dilde ise herhangi bir fark yoktur. Bütün çalışmalar sağlıklı, eşleşmiş kontrol grupları kullanmış ve güvenilir test metodlarıyla kan şekeri değerlerini ölçmüştür. Bir çok çalışma, veri değerlendirmesinde depresyon kontrolünü de içermiştir; fakat, benzer sonuçlar, depresyon kontrolü olmayan çalışmalarda da görülmüştür. Bu çalışmaların kognitif bozukluğu etkileyebilecek diğer kronik hastalıkları kontrol edip etmediği belli değildir. Daha kötü kognisyon, daha fazla diyabet komplikasyonuyla bağlantılanmıştır fakat bu nüfustaki glisemik kontrolle ilişkilendirilmemiştir. Fakat, bu son çıkarım, çalışmaların “iyi” ve “kötü” kontrol edilen diyabeti nasıl tanımladıklarındaki değişiklikler yüzünden karışık bir duruma düşmüştür (22).
Brands ve diğerlerinin (22) çalışmasında da belirtildiği gibi, başka diyabet komplikasyonları yaşayan hastalarda, kognitif bozukluklar daha kötü olabilir. Akıcı zeka, bilgi işleme, dikkat ve konsantrasyondaki eksiklikler arkaplan retionpatisinin olup olmadığıyla ilişkilendirilmiştir.(23) Proliferatif retionpati, makrovasküler komplikasyonlar, hipertansiyon ve diyabetin süresi, tip 1 diyabetli hastalarda yapılan psikomotor hız ve görsel inşa yeteneği performansındaki düşüklükle doğru orantılıdır(4 –6). Distal simetrik polinöropatisi olan hastalar, hafıza haricinde birçok kognitif alanda daha kötü kognitif fonksiyonlar sergilediler (5).  Fakat, diğer çalışmalar, düşen kognitif bozukluk ve diyabet komplikasyonları arasında bir ilişki belirleyemediler (24). Gelecek çalışmalar kognisyonda değişim ve komplikasyonlar arasında bir bağın olup olmadığını belirleme konusunda gerekli olacaklardır.
Retinopati ve nefropati gibi komplikasyonların klinik olarak görünür olması diyabetli çok sene gerektirse de tip 1 diyabetlilerde kognitif bozuklukların başlangıcının erken çıktığı bulunmuştur. Kognitif fonksiyonlarda azalma, tip 1 diyabetli çocuklarda diyabetten 2 yıl sonra kadar erken teşhis edilse de, bu hastalar zamanla kontrol gruplarına nazaran, genel zeka, kelime dağarcığı, blok tasarımı, işlem hızı ve öğrenme gibi alanlarda daha az pozitif değişim gösterir  (12). Tanıdan altı yıl sonra, aynı hastların düşük IQ, dikkat, işlem hızı, uzun dönem hafıza ve yönetim fonksiyonları vardı (14). Tip 1 diyabetin başlama yaşı da kognitif bozuklukların varlığına etki edebilir çünkü 4 yaşından küçük tip 1 diyabete yakalanan hastalar, 4 yaşından sonra yakalananlara göre daha düşük yürütme fonksiyonlarına, dikkate, işlem hızına sahiptiler(14). Not olarak, kronik hastalık ve okuldan uzak geçirilen zaman (hastalığa ek olarak vb.), bu çalışmalarda kontrol edilmemiştir.
Enteresan bir şekilde, birkaç çalışma cinsiyetin, tip 1 diyabetlilerde nörokognitif fonksiyonlara etki ettiğini göstermiştir Skenazy ve Bigler (10), tip 1 diyabetli erkeklerin erkek kontrol grubuna kıyasla salınım, kavrama ve somatosensori testlerde daha kötü performansları olduğunu ve bu farkın tip 1 diyabetli kadınların hemcinsleriyle aralarındaki farktan daha büyük olduğunu bulmuştur. Buna ek olarak, 7-16 yaş arası, glisemik kontrolün en kötü olduğu bölgeyle orantılı tip 1 diyabetli erkeklerde, sözel zekada bir düşüş görülmüştür. Bu, benzer yaş aralığı grubundaki kızlarda görülmemiştir (13). Fakat, insanlar üzerine yapılan bir çok çalışma nörokognitif test sonuçlarında cinsiyet ayrımı yapmaz ve bu yüzden, herhangi bir sonuç çıkarmadan önce daha fazla kontrollü çalışma analizi yapılmalıdır.  
Not olarak, nörokognitif çalışmaların gücü değişkendir.


Nörokognitif testleri etkileyebilecek değişkenler, yaş, eğitim, cinsiyet, diğer kronik hastalık geçmişi, psikiyatrik bozukluklar, nörolojik bozukluklar, madde kullanımı, okula gitmeme, sosyoekonomik durumu ve test esnasında hipoglisemi/hiperglisemiyi içerir. The reviewed re­ports controlled for at least some of these covariates, however most fail to control for all of them. İncelenen raporlar, bu değişkenlerin en azından bazılarını  içermiştir fakat çoğu bunları kontrol edememiştir. Mesela, bahsedilen sadece iki çalışma (6, 24), test esnasında hiperglisemiyi kontrol etmiş ve bunun kognitif fonksiyonları etkilediğini belirtmiştir. (Bkz. Bölüm 2 A). Tip 1 diyabetten en çok etkilenen kognitif alanlar, Tablo 1’de yanında yıldızla belirtilmiştir
B. Tip 2 Diyabet
Tip 2 diyabeti olan hastaların da kognitif azalmalar yaşadığı bulundu (Tablo 2). Tip 2 diyabet, psikomotor hızında (25, 26), ön lob/yürütme fonksiyonlarında (26-28), sözel hafızada (29), işletim hızında (29), kompleks motor fonksiyonlarda (26), çalışma hafızasında (27,28), ani hatırlamada, geciken hatırlamada (30), sözel akıcılıkta (26,31), görsel hatırlama yeteneğinde (32) ve dikkatte (33) azalmayla bağlantılanmıştır. Hastaların günlük yaşamında bu küçük nörokognitif açıkların etkisi belli değildir.. Sinclar ve diğerleri (34), mini-zihinsel statü testi sonuçları 23 altı olan deneklerin kendine bakım ve günlük bakım aktivitelerini gerçekleştirmede daha kötü durumda olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca bu deneklerin, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında hastaneye yatırılmaya ve kişisel bakıma daha fazla ihtiyaçları olmuştur. Diyabetli hastalarda ayrıca daha yavaş yürüme, denge bozuklukları ve artan düşme vakaları görülmüştür fakat bunların serebral etkilerle bağlantısı olup olmadığı tartışmalıdır (35). Diyabete ikincil hafif nörokognitif bozuklukların günlük yaşamdaki etkisini daha da karışıklaştıran şey diyabetli hastaların depresyona iki kat daha eğilimi oldukları gözlemidir (27, 36) ki bu da kognitif fonksiyonları ve günlük yaşamı olumsuz etkiler. Ayrıca tip 2 hastalarında artan Alzheimer hastalığı ve (37-44)) ve bunama (38, 42, 45) vakaları vardır. Yakın bir zamanda, Bruce ve diğerleri (36), tip 2 diyabetli yaşlı hastaların %17.5inin orta veya şiddetli derecede günlük yaşamda eksikleri, %11.3ünün kognitif bozuklukları ve %14.2sinin depresyonu olduğunu bulmuştur.
TABLO 2. Tip 2 diyabetinden olumsuz etkilenen kognitif alanların özeti
Hafıza*
Sözel Hafıza
 Görsel hatırlama
Çalışma hafızası
Ani hatırlama
Geciken hatırlama
Psikomotor hız
Yürütme fonksiyonu
İşetim hızı
Kompleks motor fonksiyonlar
 Sözel akıcılık
Dikkat
Depresyon
Yıldızla işaretli alanlarda, kuvvetli destek verileri vardır.
Glisemik kontrolün, tip 2 diyabet tanısı konulan hastalarda önemli bir rolü olduğu belirlenmiştir fakat bu bütün çalışmalarda gözlemlenmemiştir. (46)
Yaffe ve diğerleri (47), 2000 e yakın, menapoz sonrası dönemdeki kadınlarda HbA1c oranı %7 üzeri olanların hafif kognitif bozukluk riskinin diğerlerinden 4 kat fazla olduğunu bulmuştur. Grodstein ve diğerleri (30), oral yolla alınan diyabet ilaçları kullanan yaşlı deneklerin, insülin alanların aksine genel kognitif testlerde diyabet hastası olmayanlarla benzer skorları olduğunu göstermiştir. Diğer çalışmalar da, tip 2 diyabet hastalarında, tıpkı tip 1 hastalrında olduğu gibi, kötüleşen glikoz kontrolünün kötüleşen kognitif fonksiyonlara sebep olduğu tezini doğrulamaya destek olarak, HbA1c ve çalışma hafızası (27,28), yönetim fonksiyonları(27), öğrenme(26) ve kompleks psikomotor fonksiyonlar (27) arasında ters bir ilişki olduğunu göstermiştir. Ayrıca, tip 1 diyabetine benzer olan başka bir durum da tip 2 hastalarındaki kognitif değişimlerle çevresel nöropati (28), tip 2 diyabetin süresi (25, 33) gibi diyabet komplikasyonları arasındaki ilişkidir.
Kognitif disfonksiyonlar için başka bir risk faktörü de diyabet olmadan kötüleşen glikoz toleransıdır. Glikoz toleransı bozukluğu yaşayan birçok araştırma, hastaların kontrol deneklerine oranla daha düşük mini-zihinsel durum sınavı ve uzun dönem hafıza skorları (49), sözel akıcılıkta düşüklük (31), Alzheimer bunamasında arış (39) ve artan damarsal bunama (38) olduğunu göstermiştir. Bu araştırmalar diyabet hastalığı (50-52) olmayan hastaların hiperglisemi ve kardiovasküler hastalıklar arasındaki pozitif ilişkisine ışık tutacak niteliktedir. Bu ilişkinin patofizyolojisi açık değildir ve sonra da değinileceği gibi, hiperglisemiyle diğer insülin direnci durumlarının bu ilişkiye etkisi olabileceği hakkında kanıtlar vardırFakat, not olarak, bütün çalışmalar düşük glikoz toleranslı hastalar (33, 53,54) ya da tip iki diyabetliler in(54,55) normoglisemik bireylerden daha kötü sonuçlar çıkardığını göstermemiştir.
Fakat, tip 1 diyabeti inceleyen nörokognitif çalışmalar gibi, tip 2 diyabet ve azalan glikoz toleransını inceleyen çalışmaların da gücü değişkendir. Bu çalışmaların çoğu yaş için kontrol geliştirse de, eğitim, psikiyatrik bozukluklar, nörolojik bozukluklar, test esnasında hiperglisemi veya hipoglisemi ve kronik hastalıklar gibi değişkenler için kontroller tutarlı değildir . Tip 2 diyabet tarafından etkilenen kognitif alanlara en iyi kanıtları  oluşturan alanlar Tablo 1’de yıldızla gösterilmiştir.
C. Hipoglisemi ve Kognitif Bozukluklar
Tekrarlayan orta ve ağır şiddetli hipoglisemi, diyabette kognitif bozuklukların bir etiyolojisi olarak görülmüştür. Bu, diyabetin yol açtığı mikrovasküler komplikasyon riskini asgarileştirmek için gereken glisemi düzeyine ulaşma eforu arttıkça, hipoglisemi riski yoğunlaştığı için önemlidir (56-58). The reason for severe hypoglycemia secondary to intensive insulin management is complex and multifactorial, Aşırı insülin yönetimine bağlı ağır hipogliseminin sebepleri karışık ve çok faktörlüdür, ama DCCT esnasında toplanan verinin analizinin gösterdiği gibi (59),  tip 1 diyabetli hastaların  yoğun insülin yönetiminden önceki başlangıç zekaları, daha sonraki hipoglisemi episodlarına işaret etmez.  


Akut hipoglisemi episodlarında, anlık sözel hafıza performansı, anlık görsel hafıza, çalışma hafızası, geciken hafıza, görsel motor beceriler, görsel uzamsal beceriler ve küresel kognitif disfonksiyonların hepsi (60,61) kötü biçimde etkilenir. Daha yakın bir zamanda yapılan çalışmada, tip 1 diyabetli hastalarda, gelecek hafıza (yani “hatırlamayı hatırlamak”) ve ani ve geciken hatırlama hipoglisemiye bağlı olarak kötü etklenmiştir ve bu da hatırlama ve öğrenme/tutma ile ilgili etkilerin hipoglisemi anında olduğunu savunur (62). Enteresan bir biçimde, bazı çalışmalar, hipogliseminin farkında olan ve olmayan hastalar arasında, düzenleme karşıtı hormonların etkisi hipogliseminin farkında olan hastalarda daha hızlı reaksiyon  gösterirken glikoz seviyesi yükselse de;  reaksiyon süresi(63), hafıza (62) ve genel kognitif performans (61) arasında fark olmadığını göstermiştir.
Kognitif zayıflık hipoglisemi esnasında oluşsa bile, öglisemi esnasında devam eden kognitif fonksiyonlarda, tekrarlayan hipogliseminin etkisi daha az açıktır. Araştırmalar, şiddetli hipoglisemi geçmişi olan tip 1 diyabetlilerle (şiddet kasılma, koma veya yardım ihtiyacı olarak tanımlanır) karşılaştırılan şiddetli hipoglisemi geçmişi olmayan hastaların, daha iyi sözel IQ puanı (14, 64), tam IQ puanı (14, 20, 64), dikkat (20), sözel beceriler (11), kısa dönem hafıza, sözel hafıza (17), tetikte olma (65) ve görsel uzaysal hafıza (8, 18) becerileri sergilerdiklerini göstermiştir. Fakat bu “anormallik”lerin bazıları,  çözülmesi istenen görevlerin, daha yavaş fakat kararlı çözülerek isabet kaybının önlenmesi olabilir (66). Daha yakın bir zamanda, 17 yaşındaki tip 1 diyabetli bir hastanın DCCT muayenesinde (15), şiddetli ve birden çok hipoglisemi episodlarıyla azalan kognitif fonksiyonlar arasında bir ilişki bulunamamıştır. Although the DCCT follow-up has been regarded as a landmark study that provides reassurance to diabetologists and patients, DCCT muayeneleri, diyabet uzmanlarına ve hastalara güven sağlayan çığır açan bir çalışma olsa da, DCCT’nin hastaları “şiddetli hipglisemi” ve kontrol grubu olarak ayırmaması gibi limitleri de göz önüne alınmalıdır (bu ayırım mantıken imkansız olmakla kalmaz etik olarak da doğru değildir).  Şiddetli hipoglisemi ve kognitif disfonksiyon arasındaki bağın yokluğu diğer çalışmalar tarafından olduğu gibi (23, 68), veri analizi tarafından da doğrulanmıştur (22).  Fakat, not olarak, hipogliseminin etkilerini inceleyen bir çok veri analizi, genç ve orta yaşlı hastalara odaklanır; yaşlılar üzerinde hipogliseminin etkisi hakkındaki veri eksiktir.
Bazı çalışmaların kognitif fonksiyonla sık hipoglisemi arasında bir bağ bulup diğerlerinin bulmamasının sebebi, bazı çalışmaların denek olarak diyabete erken yaşta yakalananları da içermesi olabilir. 5 yaşından önce diyabeti olan hastalar, 5 yaş sonrasına göre daha şiddetli (genelde kasılmalar eşliğinde) ve daha sık hipoglisemi episodları yaşayabilirler; bu daha genç hastaların daha kötü kognitif fonksiyonları olduğu bulunmuştur (9,18,72,73).  Hipogliseminin şiddeti ve genç beyinlerin yaralanmalara açık olması bu farkı açıklar (9, 74). Sonuçlar arasındaki farka bir diğer açıklama da hipoglisemyası fazla olan deneklerin daha sıkı glisemik kontrolü olduğu bunun da hipoglisemiden kaynaklı nörokognitif zarara sebep olabileceğidir. Bu, hipoglisemi episodu daha sık olan çocukların (70 mg/dl) daha az kontrol edilen diyabetli çocuklara oranla, aslında neden daha yüksek hafıza ve sözel skorlara ayrıca daha iyi akademik seviyeye neden olduğu hakkındaki Kaufman ve diğerlerinin (17) yaptığı çalışmanın en büyük olasılıklarından biridir.
D. Bölüm Özeti
Açıkça görülüyor ki, tip 1 ve 2 diyabetli hastalarda kognitif bozukluklar üzerine çok araştırma yapılmış. Sonuçlar tutarlı olmasa ve birçok açık bulunsa bile, bazı sonuçlar çıkarılabilinir. Tip 1 hastalarında, bilgi işlem hızı, psikomotor açıklar, dikkat, zihinsel açıklık ve görsel idrakta ve Tip 2 hastalarında ise hafıza, psikomotor hızı ve düşük ön lob/ yönetim fonksiyonlarında düşüş ve bozukluk gözlemlenmiştir. Gençlerde şiddetli hipoglisemik episodlar kognitif disfonksiyonlara katkı sağlayabilir; fakat, hastalar yaşlandıkça, episodların azalan bir etkisi olduğu görülüyor. Son olarak, iyileşen diyabet kontrolü ve azalan diyabetik komplikasyonlar, tip 2 hastalarda tip 1 hastalardan daha açık olsa bile kognitif disfonksiyonlarda azalmayla doğru orantılı.  
However, some questions remained unanswered. Fakat bazı sorular hala yanıtsız. Öncelikle, nörokognitif test sonuçlarında görülen kognitif sorunların profesyonel veya sosyal herhangi elle tutulur bir açıklığa sebep olduğu bilinmiyor. Profesyonel ve sosyal aktivitelerin öznelliği göz önüne alındığında, bu soruyu yanıtlamak zor olacaktır. Ayrıca, veriler hipergliseminin kognitif sorunlara pozitif etkisini vurgulasa da, bu etkinin büyüklüğü ve kişinin bu etki için ne oranda hiperglisemik olması gerektiği meçhul. Son olarak, hafif nörokognitif sorunların, açık bunamaya ilerleyip ilerlemeyeceği belli değildir. EDIC, DCCT ve ACCORD gibi, büyük, rastgele ve kontrollü testler, umarız ki bu son iki soruya cevap aramaya devam ederler.
III. Diyabette Kognitif Bozuklukların Patofizyolojisi
Diyabetli hastalarda, kognitif bozukluk gelişiminin altında yatan patofizyoloji tam olarak aydınlatılmamıştır. Hiperglisemi, vasküler bozukluklar, hipoglisemi, insülin direnci ve amiloid çöküntüsü gibi farklı durumun sebepsel rolü hakkında, kanıtlarıyla beraber birçok hipotez vardır (Şekil. 1). Although further research into each of these candidate mechanisms is necessary Bu farklı aday mekanizmalar için daha detaylı araştırma gerekse de, bu faktörlerin bir birleşimi, hastanın diyabet türüne, komorbidlere, yaşa ve terapi tipine göre, kognitif bozukluğun sebebi olabilir.


Diyabette Kognitif Bozukluklar
Apoε4 Allele Eksikliği 
Resim 1. Diyabette görülen kognitif bozuklukların muhtemel mekaniksel yardımcı faktörlerinin özeti.


A. Hipergliseminin rolü
Bölüm II.A ve II.B de incelendiği gibi hem tip 1 hem 2 diyabetlilerde hiperglisemi kognitif fonksiyonlarda anormalliklerle ilişkilendirilmiştir. Fakat, hipergliseminin düzenlenebileceği mekanizmalar açık değildirDiğer organlarda, hiperglisemi, poliol yolak aktivasyonu, glikasyon sonucu oluşan maddelerde artım (AGEler), protein kinazı Cnin diyasilgliserol aktivasyonu ve heksosamine yolunda artan glikoz manevrası (75-78) gibi mekanizmalarla organların fonksiyonlarını değiştirir. Bu mekanizmalar beyinde operatif olabilir ve böylece diyabetli hastalarda belirlenen kognitif fonksiyonların değişimini tetikleyebilir.
Hipergliseminin sinir dokularındaki poliyol yolak boyunca çözülümü arttırdığı uzun zamandan beri biliniyor. Streptozotosin kürü uygulanan farelerde (glikoz konsantrasyonu 27.4 ± 0.3 mmol/litre, kontrol farelerinde . 5.9 ± 0.1 mmol/litre), kraniyal sinirde, siyatik sinirde, serebral kortekste ve retinadaki sorbitolde artış ölçülmüştür. Bu artış, hayvanlar aldos reduktaz inhibitör tolerstatıyla tedavi gördüklerinde önemli ölçüde azaltılmıştır (79). Streptozotosin kürü uygulanmış farelerle (HbA1c 7.9 ± 0.3 vs. 3.3 ±
0.0 kontrol fareleri) ilgili başka bir çalışmada ise, bir aldos reduktaz inhibitörü olan sorbinil uygulanan farelerin beyin dokusu sorbitol birikiminde azalma ve hiperglisemik farelerde normalde görülen kognitif fonksiyon düşüşlerinde düzgünleşme görülmüştür (80) . Whether Bu yolağın diyabetli insanlarda da nörokognitif disfonksiyonlara etki ediğ etmediği bilinmiyor.
Ayrıca, AGE ve AGE reseptörlerinin (RAGEler) de diyabete bağlı serebral komplikasyon gelişimlerindeki rolü meçhul. Daha önce kognitif kayıp göstermiş diyabetli farelerde  (32% HbA1c vs. kontrol farelerinde 12%),nöron ve gliyal hücrelerde RAGElerin belirmesinde artış ve beynin beyaz dokusu ve miyelinde hasar bulunmuştur (78), bu da serebral disfonksiyonların gelişiminde (81) RAGElerin olası rolüne işaret eder. İnsanlarda, diyabetli ve Alzheimerlı hastalarda, sadece diyabetli hastalara oranla, ölüm sonrası beyin parçalarında daha fazla N-karboksilmetilisin (bir tip AGE) kalıntısı bulunmuştur (82). Fakat bir diğer otopsi çalışması, Alzheimirli hastalarda görülene benzer, AGE benzeri glise protein bakımından zengin nörofibrilar düğüm ve senil plak oranında, diyabetli ve kontrol grubu arasında bir fark bulmakta başarısız olmuştur (83).


Hayvan modelleri üzerinde yapılan deneyler, hiperglisemi ve diyabetin serebral fonksiyonlar üzerine etkisinin AGE sebepli beyin yaralanmaları aracılığıyla olduğu hipotiezi hakkında sınırlı kanıt sunuyorlar. Tüpte, bovinlerin mikrovasküler endotelial hücrelerine eklenen AGEler, hem MRNA faktörü dokulara (kan pıhtılaşmasını başlatır) hem de reaktif oksijen türlerine, özgül radikal temizleyici edaravone sayesinde upregulasyon şekilde etki eder (84) . Buna ek olarak, farelerde bir odaksal serebral iskemi modelinde, AGElerin karışımı sererbral enfarktüs boyutunu arttırmıştır fakat, bir AGE eş birleşeni inhibitörü olan aminoguanidine kürü enfarktüs boyutunu azaltmış (85).
Birkaç araştırmacı, diyabette kognitif bozukluk gelişiminde, protein kinaz C’de diasilgliseral aktivasyonu ve artan glikoz manevrasının rolünü incelemiştir. Beyinde protein kinaz C ifadesi, tedavi edilen diyabetli fareler ve kontrol farelerine göre (ortalama kan şekeri, 6mmol/litre) tedavi edilmemiş farede daha yüksek çıkmıştır (ortalama kan şekeri, 15mmol/litre)  fakat başka bir çalışma diyabetli farelerde (ortalama kan şekeri, 17mmol/litre) kontrol fareleriyle karşılaştırmada (ortalama kan şekeri 6.4mmol/litre) protein kinaz C aktivitelerinde artış bulamamıştır (87). Heksozamin yolağının muhtemel rolü üzerine destekleyici kanıt, heksozamin yolağı sayesinde üretilen bir N-asetilglukosamin polimeri olan serebral şitin üzerine yapılan enteresan incelemede, otopsi esnasında bu maddenin Alzheimerli hastalarda artmasından gelir (88). Eğer diyabet kaynaklı hiperglisemi glikozun yolunu şitin üretimine doğru değiştiriyorsa, bu molekülün toplaşımının kognisyonda anormalliklere yol açacağı muhtemeldir..
Hipergliseminin ayrıca, reaktif oksijen türleri, bilhassa superoksit, artışı sayesinde organ hasarlarına sebep olabileceği iddia edilmiştir, bu da poliyol yolak aktivasyonunda, AGElerin oluşumunda, protein kinaz C aktivasyonunda ve heksosamin yolakta glikoz manevralarında artışa sebep olabilir (76). Aragno ve diğerleri (89), streptozotosini farelerde diyabeti arttırmak için kullanarak (kan şekeri 20.72 ± 2.25 vs. kontrol farelerinde 6.04 ± 0.64 mmol/litre) RAGElerin, fare beyinlerinde galestin-3 (bir proaterojenik molekül) ve poliyol yolağı aktivasyonunda artışa sebep olduğu fakat glikoltik enzim gliseradehid-3fosfat dehidrojenaz aktivitesinde düşüşe sebep olduğunu bunun da superoksit seviyesinde yükselişi vurguladığını göstermişlerdir. Bir proinflamatuvar gen göstergesi olan ve AGEler tarafından kontrol edilen Çekideksel faktör KB transkripsiyon faktörleri ve RAGElerle bağlanabilen ve beyin zedelenmesi göstergesi olan S-100 proteini bu hayvan modelindeki hipokampusta upregulasyona uğramıştır fakat diğer bölgelerdeki etki gözlemlenmemiştir. Bu veri, oksidatif gerilimin nöronal zedelenmeye sebep olan bir dizi olayı tetikleyebildiğini iddia eder. Enteresan bir şekilde, bir adrenal androjen ve antioksidan olan dehidropiyandrosteron, bu değişimleri büyük ölçüde azaltır bu da araştırmaya değer potansiyel bir terapi olarak öne sürülebilir.
Hiperglisemi tarafından başlatılan organ zedelenmelerine ek olarak,  diyabetlilerde gözlemlenen değişikliğe uğramış nörotaşıyıcı fonksiyonları da kognitif bozukluklara katkıda bulunabilir. Diyabetik farelerde (kan şekeri 28.6 ± 1.1 vs. kontrol farelerinde 6.3 ± 0.2 mmol/litre), öğrenme bozukluklarına etki edebilecek, nörotaşıyıcı N-metil-d-aspartat (NMDA) reseptörü bakımından zengin nöronlarda sinaptik kuvvetin hareket-bağımlı uzatılmış iyileşmesi olarak tanımlanan uzun dönemli potansiyasyonlarda da bir değer kaybı vardır (90) . Diyabetli hayvanların beyinlerinde, düşen asetilkolin (91), düşen serotonin devri (91), düşen dopamin aktivitesi ve düşen norepinefrin (86, 92) gibi diğer nöorkimyasal değişimler de gözlemlenmiştir. Enteresan olarka, bu değişimler insülinle beraber tersine dönmüştür. Öne sulunan hipotezlerden biri, düşük kontrol edilen diyabetli hastalarda görülen yükselen ve düşen glikoz seviyesinin nörotransmiter fonksiyonlarını kötüleştireceğidir (92).
B. Vasküler Rahatsızlıkların Rolü
Diyabetli hastalarda trombotik felç riki 2-6 kat fazladır (41, 93) ve vasküler rahatsızlıklar uzun zamandan beri bu hastalarda kognitif bozukluklara etken olarak hipotez edilmişlerdir. Uzun zamandır tip 1 diyabeti olan hastaların otopsi çalışmalarında, vasküler rahatsızlığa bağlı, beyin dejenerasyonu, psüdokalsinosis,  kranyel sinirde ve omurilikte demiyelinasyon ve sinir fibrozu (94, 95) değişimler görülmüştür Diyabetli hastaların beyinlerinde, diyabetik mikroanjiyopatinin göstergesi olan kılcal zar kalınlaşması bulunmuştur (96). Diyabetli hastaların ayrıca zenon kullanılarak ölçülen serebral kan akışı küresel oranlarında düşüş bulunmuştur ve bu düşüşün şiddeti hastalığın müddetiyle orantılıdır.Fakat çalışmada kan şekeri seviyesi kontrol edilmemiştir (dağılım 3.1–21.2; ortalama, 8.8 ± 
4.74 mmol/litre) (97). Enteresan bir şekilde, diyabetli hastaların serebral kan akışı, Alzheimer’lı hastalarınki ile benzer olduğu görülmüştür (92). Diyabetli hastalar üzerine bu gözlermler, strep-tozotosin tedavisi görmüş ve kronik hiperglisemisi olan (ortalama plazma glikoz, yaklaşık 29 mmol/litre) fareler üzerine yapılan çalışmalarla da desteklenmiştir (98). Diyabetli hastalarda görülen tromboksan A2 reseptörlerinin uyarılmasıyla birleşen serebral kan akışının, serebral damarların yeterince vasolide olmasını engellenmesine katkısı olabileceği bunun da iskemi şansını arttırabileceği hakkında fikir üretilebilir. İskemi ve hiperglisemi beraber bulunduklarında beyne ciddi zararlar üretebilir. Serebrovasküler bir olay esnasında kan şekeri seviyesinde çok hafif bir yükseliş bile (8.6mmol/lite den büyük) klinik iyileşmede daha kötü sonuçlara sebep olur (99). Hipergliseminin iskemik zararı tetikleyebileceği bir potansiyel mekanizma laktat birikimdir. Hiperglisemi, laktatın substratını arttırarak hücresel acidosize sebep olabilir ve bu da zedelenmeleri kötüleştirir (93). Diğer bir mekanizma ise hiperglisemi ve iskemi ortamındaki glutamat birikimidr (100).  Tetikleyici bir aminoasit ve nörotransmiter olan glutamatın beyinde sinirsel zedelenmeye yol açtığı gösterilmiştir (101).
Tam mekanizması bilinmese de, tip 1 diyabetlilerde C-peptid eksikliği, endothelium üzerindeki hareketleri sayesinde kendi başına kognitif arızaları kötüleştirebilir. Bu konu hakkında kanıt, C-peptid seviyesinin normal seviyelere çıkarıldığı yerlerde normalleşen kognitif fonksiyon ve düşük hipokampal apoptpsis (102) görülen fare deneyleridir (kan şekeri yaklaşık 23 mmol/litre). Fakat bunun insalarla ilintisi belli değildir çünkü tip 1 diyabetli insanlar hipokampal atropi geçirmez (103).
C. Hipogliseminin rolü
Bölüm II.C, de de bahsedildiği gibi, tekrarlayan hipoglisemi episodlarının kognitif bozukluklara etkisi olup olmadığı tartışmalıdır ve bu büyük ihtimalle hastanın yaşıyla ilgilidir.  Fakat, eğer şiddetli hipoglisemi uzun sürerse, beyin zedelenmesi ve ölüm olacağı konusunda herhangi bir şüphe yoktur (93, 104-106). Birçok endokrinolojistin, şiddetli hipoglisemi geçiren (2mm) fakat hiç kalıcı hasar olmayan veya çok az olan hastalarla kişisel deneyimi olmuştur. Bu büyük ihtimalle, düşük kan seviyesi esnasında glikometrede arızalar (107), şiddetli hipoglisemide yetersiz zaman veya hastanın glikojen depolamasının değişkenliğiyle bağlantılıdır. Buna bağlı, hayvanlarda, 30-60 dakika glikoz seviyesinin 0.12 ve 1.36 mmol/litre arasında olduğu durumlarda,  nöronal nekrosisin, aspartatta ekstahücresel artışlar, alkalemi ve sinirsel enerji bozukluklarıyla beraber geliştiği ve sonunda düz bir elektroensefalografa (EEG) sebep olduğu gösterilmiştir (105, 106). Korteks, bazal gangliya ve hipokampus, hipoglisemi sebebiyle ölen hastalarda yapılan otopsilerde bu bölgelerde bulunan laminar nekroz ve gliyozla birlikte en zayıf bölgeler olarak görünür (104). Hipoglisemiye bağlı olan ölümlerede yapılan diğer otopsi çalışmalarında, serebral kortekste çok odaklı veya dağınık nekroz ve gangliyon hücrelerinde kromatolis olduğunu göstermiştir (108). Hayvanlarda, hipoglisemiye bağlı zedelenmelerin, astrosit ve oligodendrositleri atladığı sinir seçiminde selektif davrandığı görülmüştür (92). Sezgilere aykırı olsa bile, sinirsel ölüm için gereken zaman, beyin lobları arasında asimetrik olabilir ve şiddetli uzun hipoglisemilerde, hipoglisemik beyin zedelenmesiyle iskemi arasındaki farkın klinik olarak tespit edilmesini engelleyebilir (105). Bazıları, hipoglisemiye bağlı sinirsel zedelenmenin NMDA reseptörü bir alt tip olan tetikleyici nörotransimeterlerin aşırı çalışması sonucu oluştuğunu iddia etmişlerdir (109).  Enteresan olarak, sinirsel nekrozu önleyen bir NMDA reseptör karşıtının varlığının gösterilmesi, hipoglisemiye bağlı beyin zedelenmesine potansiyel bir terapiyeişaret eder (110). Bu tarz bir terapi, bilhassa hipoglisemik serebral komplikasyonlara açık tip 1 diyabetli çocuklar için yararlı olabilir. Ayrıca, hafızaların kuvvetlendirilmesinin oluştuğu erken gece uykusunda  olan hipoglisemi ile kognitif bozukluklar arasında bir bağ olabilir. Öglisemide bir gece uyuyan kişilerin test sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, kontrol denekleri ve tip 1 diyabetli denekler, erken uykularında kısa, göreceli hafif bir hipoglisemik kasılmadan sonra (2.2 mmol/litre) daha kötü bildirimsel hafıza (doğruların hafızası) skorları sergilemiştlerdir (111). Fakat, uyku hipoglisemisinde uyku devresinin sonraki vakitlerinde gelen hipogliseminin oluştuğu birkaç diğer çalışmada hiçbir nörokognitif bozukluk görülmemiştir. (112,113)
D. İnsülin Direnci ve Amiloid’in rolü
 İnsülinin serebral metabolizma ve fonksiyonları üzerine olan araştırmalar hala gelişse de, bu alandaki muhteşem araştırmalar son 20 yılda bize çok bilgi sağladı. Tarihsal olarak, beyin insülinden bağımsız bir organ olarak düşünülmüştü; fakat, bir çok yeni bulunan kavram bu yargıyı sorguladı. Fare beyninde, insülin alıcıları ve mRNA ifadelerinin ve buna bağlı olarak, hipotalamus, hipokampus, serebellum, piriform korteksi ve amigdalanın da, in situ hibridizasyon ve imünokimya kullanılarak yapılan incelemeleri, bunların beyinde geniş bir şekilde yayıldığını gösterdi (114,115).. İnsüline duyarlı glikoz taşıyıcısı 4 (GLUT4), pituiter, hipotalamus ve medulla gibi belli alanlarda bulunmuştur (116). GLUTx1 olarak da bilinen GLUT8 de, bilhassa hipokampus, hipotalamus, serebellum ve omurilik soğanında bulunmuştur (117). GLUT8’in GLUT4’e benzer özellikleri vardır ve beyin dahil bazı murin dokulardaki insüline(118) tepki olarak artar ( 119). İnsülin reseptörleri ve insüline duyarlı glikoz taşıyıcılarına rağmen, insülinin serebral glikoz metalizması üzerindeki etkisi hala belirsizdir. Bizim laboratuarımız dahil birçok laboratuar, insülinin insanlardaki glikoz metabolizması üzerine olan etkisini göstermeyi başaramamıştır (120-122). Fakat, flurodeoksiglikoz posizyon emilim tomografisi (PET) kullanan diğer labouratuarlar, deneklerdeki düşen çevresel insülin direncinin(124) etkisi olan, insanlarda (123) hiperinsülinemi durumundaki beyin glikoz metablozmasında ciddi bir artış tespit etmiştir. İnsülinin serebral glikoz mekanizması üzerine tartışma devam etse de, tip 2 diyabetin başlangıcında önemi olduğu uzun zamandır bilinen insülinin Alzheimer hastalığının patojeni üzerine bir rolü olduğu hakkında artan kanıtlar vardır.
Alzheimer hastalığının klinik tanısı,  hafızada ve diğer bir başka kognitif sosyal veya mesleki sorunda önemli derecede ilerleyen ve devamlı bir düşüklükle yapılır (125) . Alzheimer hastalığının yaygınlığı, tip 2 diyabetli ve insülin dirençli hastalarda kontrole oranla, birçok araştırmada (37-43, 47) 1.2-1.7 kat daha fazla olduğu ortaya çıkmıştır fakat her araştırma için bu geçerli değildir (126-128). Çalışmalardaki bu farklılığın sebebi incelenen nüfusla ilgili olabilir. Alzheimer hastalığı ve insülin direnci arasındaki ilişki inceleyen çalışmaların hepsi genel nüfus içinden daha yaşlı nüfus üzerine çalışmışlardır. Bir ilişki bulamayan çalışmalarda ise, veri daha dar tanımlanan bir nüfustan, mesela apolipoprotein E tip 4 (APOE-84) allelenin yüksek olduğu veya erken Alzheimer başlangıcının yüksek olduğu nüfustan seçilmiştir. Enteresan bir şekilde, tip 2 diyabet Alzheimer hastalığı görülen nüfusta çok daha yaygındır (129). Alzheimer hastalığı ve tip 2 diyabetli hastalar arasındaki ilişkinin beyin fonksiyonlarında zayıf metabolik kontrolü veya insülin ve insülin direncinin gerçek etkilerini yansıtıp yansıtmadığı belli değildir. Alzheimer hastalığı ve normal glikoz toleransı olan hastalar, kontrollere kıyasla oral glikoza tepki bakımından daha güçlü insülin salınım tepkimesine sahiptir (130-131). Bazıları, insülin direncinin beynin kendisinde oluştuğu ve sporadik Alzheimer hastalıklarında (132) sinirsel insülin reseptörlerinin duyarsızlaşmasının önemli bir rolü olduğunu savunmuşlardır.




Böyle bir konsept, kontrollere kıyasla, Alzheimer hastalarının, serebral spinal sıvılarında hızlanan kondisyonlar altında yükselen konsantrasyonun (131) yanı sıra temporal ve okipital bölgedeki insülin alıcısı yoğunluğunda artış ve tirosin kinas aktivitesinde (insülin bağlanmasına karşı) bir azalma hakkındaki gözlemlere de desteklenmiştir (133). Fakat diğerleri, Alzheimer hastalarının, serebral spinal sıvısındaki insülin seviyesinde bir düşüş bulmuş ve bunu kan beyin bariyerinde insülin taşımasında bir bozulma veya merkezi insülin aksiyonu yerine geçen artan insülin katabolizmasına bağlamışlardır (134).
İnsülin direncinin kognitif fonksiyonları nasıl değiştirebileceği hala meçhul fakat, nörotaşıma ve hafıza formasyonundaki değişimler hipotezlerle belirtilmiştir. Merkezi kolinerjik aktivitede düşüklüğün Alzheimer hastalığı patojenine katkısı olduğuna inanılıyor (135), ve enteresan bir şekilde, streptozotsinle başlatılan diyabeti olan farelerde, kontrol farelerine oranla asetilkolin salınımı ve üretiminde bir vardır (91). Skopolamin tarafından kolinerjik aktivitenin engellendiği fareler, glikoz tedavisi tarafından düzeltilebilecek amnezi ve hiperaktivite yaşarlar (136, 137). Endojen insülin seviyesinde artışın yaşandığı veya Alzheimer hastalığı olan hastalarda insülin yönetiminin de glikoz tedavisi, muhtemelen kolinerjik aktiviteyi değiştirdiğinden ötürü davranışta değişime yol açtığı görülmüştür (138). Bu çalışmalarda, Alzheimerlı hastaların, hiperglisemi veya hiperinsülinemik öglemik kasılmalar esnasında deklaratif hafızalarında bir artış gösterilmiştir (138, 139). Dahası, hafıza sorunu yaşayan ve Alzheimer’lı hastalarda, periferal glikozda veya insülin seviyesinde etkisi olmayan ama daha önce merkezi sinir sisteminde insülin seviyesini arttırdığı gösterilen, intranazal insülin yönetiminden sonra, sözel hafızada iyileşme olmuştur (140). Kolinerjik aktiviteye etki etmenin yanında, diyabet ve insülinin, karşıt şekillerde etkilenimde uzun dönem etkileri olabilir. Uzun dönem potensiyalizasyon, hafızaların oluşmasında çok önemlidir ve insülin olduğunda fazlalaşan bir süreç olan NMDA reseptör aktivasyonu tarafından başlatılır (141). Fakat, diyabetli fareler ve varsayılan göreceli insülin eksikliği elektrofizyoloji tarafından ölçülen hipokampütsteki uzun dönem potensiyasyonu azaltmıştır (90). Uzun dönem potensiyasyonun düşüşünde bekleneceği gibi, insüline maruz kalmış farelerin hipokampal nöronları spontane ateşleme inhibisyonu göstermişlerdir (142). Enteresan bir şekilde, Alzheimer’lı hastalarda, PET ile ölçülen serebral glikoz alımında düşüş vardır (143-145) ve, otopsi çalışmalarının gösterdiği gibi beyin mikro damarlarında, frontal kortekste, hipkampusta, kuyruklu nükleusta, paretyal, okipital ve temporal loblarda, kontrollere kıyasla glikoz taşıyıcısı sayısında düşüş vardır (146,147) . Muhtemelen, glikoz alımında düşüş bu hastalarda insülinin hipokampal fonksiyonları nasıl kontrol ettiği üzerine direk bir etkisi vardır. İnsan kognisyonunda glikoz ve insülinin göreceli rolünü araştıracak gelecek deneyler bu ilişkileri açıklamak için şarttır.
İnsülinin kognitif fonksiyonlar üzerine etkisi diyabet veya Alzheimer hastalıkları olmayan kontrol deneklerinde de incelenmiştir. Bizim laboratuarımızda kontrol deneklerine bir insülin karışımı olan hiperinsülinemi enjekte etmenin hafıza tetiklemelerine ikincil olan pareytal alan P300 amplitüdünü azalttığını keşfettik (148). Diğer çalışmalar, hiperinsülimi ortamında artan uyanıklık, hafıza ve seçici dikkat buldular (149, 150) fakat, demans ve diyabeti olmayan deneklerde 8 haftalık intranazal insülin tedavisi, gecikmiş hatırlama, iyileşen duygu durumu ve güven, ve düşen ögke oranını iyileştirdi (151) . Bu çalışmalar ışığında, Alzheimer hastalığında, cerebral insülin direncinin hafızayı çalıştırmak için daha yüksek insülin seviyelerine ihtiyacı olduğu hipotez edilmiştir (46, 152). Bu hastalarda serebral insülin daha yüksek olsa da, insülin direncini karşılamaya yeterli olmayabilir. Fakat bu, hiperinsülineminin direkt olarak kognitif fonksiyonları yükselteceğini kanıtlamaya yetmez. Hiperinsülinemi, epinefrin salınımını tetikleyebilir ve hem insülin hem epinefrinin laktatı arttırdığı kanıtlanmıştır (153). Buna nazaran laktat beyin metabolizmasında bir enerji kaynağı olarak kullanılabilir (154, 155) fakat Alzheimer’lı hastalar için laktat terapisinin yararları henüz kanıtlanmamıştır (156).
İnsülin direnci ve tip 2 diyabet kognitif bozukluklara 3 dolaylı mekanizmayla etki edebilir. Öncelikle, tip 2 diyabetli hastalarda kognitif bozukluk, inflamtuvar işaretlerle orantılandırılmıştır ve yüksek inflamasyon Alzheimer hastalığının veya makrovasküler hastalıkların gelişiminde rol oynayabilir.. Bir araştırmada, metabolik sendromlu, yüksek C-reaktif proteinli ve yüksek IL-6 sı olan hastaların, düşük kognitif fonksiyonları olduğu fakat metaolik sendromlu ama inflamatuvar işaretleri olmayan hastaların kontrollerle aynı oranda kognisyona sahip olduğu bulunmuştur (47). Tip 2 diyabetli hastaların C-reaktif protein, a1-antikimotripsin, IL-6 ve hücrelerarası adezyon molekülü 1i de içeren yüksek inflamatuvar işaretlerinin kontrol nüfusundan fazla olduğu biliniyor (157). Bu buluşlar, insülin direnci ve Alzheimr hastalığının ortak bir patofizyoloji paylaştığı olasılığını arttırıyor çünkü Alzheimer hastalığı olan hastalar da inflamatuvar işaretler gösterir (158, 159)..
İnsülin direnci ve tip 2 diyabetin kognitif bozukluklara dolaylı etkisi olabilecek bir ikinci olası mekanizma da hipotalamik pituiter-adrenal aksiste bozulmalar üzerindendir. Kontrollere oranla yükselen serum kortizoluyla birlikte, tip 2 diyabeti olan hem hayvanlar (160) hem insanlar (161), hipotalamik hormonal pituiter-adrenal aksislerinde yukarı doğru çıkışa sahiptir.   Bir başka araştırmada, hiperkortizoleminin kognitif bozukluklara yol açtığı bulunmuştur. Stres durumlarını taklit etmesi için deksametason (162), kortikosteron (163) ve hidrokortizon (164) tedavisi uygulanan sağlıklı insanların hepsi hafıza testinde daha kötü sonuçlar almışlardır. Sağlıklı yaşlı hastalar üzerinde bir çalışmada, daha yüksek serum kortizol seviyesi olanlar hafıza ve dikkat testlerinde daha kötü sonuçlar almışlardır (165). Buna ek olarak, Cushing hastalığına sahip hastalar, kontrollere oranla hafıza, dikkat, anlamlandırma ve konsept oluşumu testlerinde daha kötü sonuçlar almışlardır (166), bu da Cushing hastalığı sahiplerinde, PET taramalarında görülen serebral glikoz metabolizmasındaki ciddi düşüşe bağlanabilir. Bu çıkarımlara destek, glükokortizoidlerin yapısal zarara yol açtığı ve hipokampustaki sinir fonksiyonlarını düşürdüğü hayvanlar üzerine yapılan testlerdir (168-172) .


Bu bilgilere dayanarak, tip 2 diyabetin hipotalamik pituiter-adrenal aksisinde artışa sebep olduğu ve hiperkortisolemyanın kognitif bozukluklara sebep olduğ gerçeğinden yola çıkarak, tip 2 diyabetlilerde görülen kortizol seviyesi yüksekliğinin kognitif bozukluklara etkisi olabileceği söylenebilir.
İnsülin direncinin dolaylı yoldan kognitif bozukluğu etkileyebileceği üçüncü muhtemel mekanizma, Alzheimer hastalığında bulunan senil plankların oluşumunu insülin direncinin tetiklemesidir. Hücrelerararası nörofibrilar saçaklar ve B-amilodinden oluşan hücredışı senil plaklar Alzheimer hastalığının patolojik işaretleridir (173-175). B-amilod, amiloid öncesi proteinlerin (APP) bir segmentasyonudur ve nöronlarda B ve y sekretazları tarafından (177) üretilir (176). B-amiloid zamanla insülin çözücü enzimler tarafından çözülür (178, 179). Amiloid B-peptidleri RAGElere kendileri tarafından bağlanabilidir ve mikroglial-sinirsel bozukluklarla oksidatif strese yol açar (81). Enteresan bir şekilde, amiloid B-peptidleri, AGEler ve RAGEler, insan beyni bölümlerinde, astrositleri kullanan imunohistokimya içinde yerleşir (180). Buna ek olarak, insülin direncinin APP ve B-amiloid metabolizmasını etkilyerek serebral senil plakların yükünü arttırdığı olasılığı hakkında artan kanıtlar vardır. İnsülin direncinin APP metabolizması ve B-amiloid üzerindeki rolü, Craft ve diğerleri tarafından açıklanmıştır (181). Denemelerinde, B-amiloid öncüsü olan APP plazma seviyeleri, hiperinsülinemiköglemik kasılma sırasında, Alzheimer hastalığı ve insülin direnci olan deneklerde daha düşüktür. Bu da iyileşen hafıza testleriyle orantılanmıştır. Bu gözlemin muhtemelen bir açıklaması, insülin direncinin, yükseltici serum ve olası doku insülin seviyesi sayesinde düzelecek olan APP düşüşlerine sebep olmasıdır (181). Benzer çıkarımlar insülinin insülin çözücü enzimleri upregule ettiği, böylece B-amiloid düşüşüne sebep olduğu, farelerin hipokampal sinirlerindeki çalışmalarda da görümüştür (182). Fakat, bütün çalışmalar bu hipotezle örtüşmez. Gasparini ve diğerleri (178) tarafından, nöroblastoma hücre sınırlarının kullanıldığı bir çalışmada, insülinin, insülin çözücü enzimler aracılığıyla salınım ve inhibisyonu destekleyerek, hücrelerarası B-amilodlerde düşüşe ve hücredışı B-amiloid seviyesinde yükselişe,  sebep olduğu görüşmüştür. Bu insülinin hafıza kayıplarına karşı koruyucu etkisi olduğuna dair kanıtların birçoğuyla tezattır.  Fakat, hücredışı B-amilodilerin toplaşmasının Alzheimer hastalığında önemli bir rolü olduğu genel kanı olsa da, diğer kanıtlar hücrelerarası B-amiloidin patojenik bir rolü olduğunu iddia ediyor (183-185). Sonuçlar çıkarılmadan önce, B-amiloid patofizyolojisi ve insülin hakkında daha fazla araştırma yapılması gerekiyor.
Burada ilginç olan, B-hücre kaybı ve sinir kayıplarının kalıntısı olan izlet amiloid atımı (186) ile karakterleşen tip2 diyabetli hastalardaki pankreatik adacıklarının Alzheimer hastalarında da görülmesi (187) ve izletlere ve sinirlere sırayla zehirli olan bu özelliklerin benzelikleridir (189, 190). beyin ve pankreas otopsisine uygun 29 hastadaki izlet ve sinirsel B-amiloid yapısında hem pankreas hem beyinde, bir nebze amiloid bulunmuştur (187) Bir başka çalışmada, Alzheimer’lı hastalarda, Alzheimer’ı olmayanlara oranla, amiloid izleti otopsilerde daha fazladır (129). İzlet ve sinirsel B-amiloidi arasındaki benzerliğe dayanarak, hücre arasında protein taşınmasına (129) yardım eden kaperon proteinlerindeki bir bozulmanın (191)da muhtemelen içerildiği bir ortak noktanın hem tip 2 diyabetli hem Alzheimer’lı hastalarda ortak bir patojen olabileceği konusunda bazıları fikir sunmuşlardır . Tip 2 diyabetli fare deneyleri, (BBZDR/Wor), tip 1 diyabetinden daha fazla (BB/Wor) şekilde, APP ve B-amiloid ve B-sekretaz artışıyla nöronlarda kayıbı da içeren Alzheimer patolojisinde bir artış göstermiştir (192). Despite this compelling evidence link­ing insulin resistance and type 2 diabetes mellitus to İnsülin diyenciyle tip 2 diyabeti Alzheimer hastalığı ve patolojisine bağlayan bu ikna edici kanıtlara rağmen, insanlarda gerçekleştirilen birkaç otopsi çalışması, diyabetli deneklerin yaşa orantılı kontrollülerle kıyası, senil plak veya nörofibrilar düğümlerde bir artış gösteremediler (83, 129) fakat, çalışmaların birinde senil plakların yoğunluğu diyabetin süresiyle orantılıydı (129).
İnsülin direnci ve kognitif bozukluklar arasındaki ilişki APOE-84 alelinin varlığı veya yokluğıyla bağlantılı gibi görünüyor. APOE-84 aleli Alzheimer hastalığı vakalarında artışla bağlaştılırsa da (193), insülin direnci sadece APOE-84 alelesi olmayan Alzheimer hastaları için ciddi bir risk faktörü (39-134).  Alzheimer hastalığı olup APOE-84 aleli olmayan hastaların,  hiperinsülinemik-öglisemik kasılma evresinde, Alzheimerlı ve APOE-84 alelli hastalara veya Alzheimerı olmayan ama APOE-84 aleli olan hastalara oranlara daha düşük glikoz  kullanma oranları vardır. Alzheimer hastalığı olup APOE-84 aleli olmayan denekler ayrıca, hiperinsülinemi evresinde daha iyi hafıza skorlarına sahiptirler fakat bu durum APOE-84 alel pozitif denekler için geçerli değildir (149, 181). Bu bilgiye dayanarak, insülin direnci/tip diyabet ve APOE-84 alel pozitivitesi Alzheimer hastalığının gelişimi için farklı ve değişik risk faktörleridir ve bu hipotez, diyabetlilerde daha az APOE-84 alele görülmesi sebebiyle de desteklenir (128). Fakat, literatürde yine bir ayrılık vardır: Honolulu-Asya yaşlanma çalışmasında, hem tip 2 diyabeti hem APOE-84 aleli olan deneklerin Alzheimer patolojisi ve demans için artan riskleri vardır (43). Bu çalışma, Japonya asıllı Amerikalı erkekler için özel olarak yapılmıştır bu yüzden, bu çatışmayı anlamak için multietnik denekler üzerindeki çalışmalara daha fazla ihtiyaç vardır. 
İnsülin direnci ve Alzheimer hastalığı arasındaki ilişki araştırmacılar için o kadar ilgi çekici oldu ki, peoksizom tetikleyici aktivasyonlu reseptör (PPAR) agonistlerin diyabet olmayan hallerde Alzheimer tedavisinde kullanılıp kullanılmayacağı önemli bir araştırma konusudur.  Bu güne kadar, iki deneme katmanlı rosiglitazonun Alzheimer’lı hastaların hafızalarında yararlı bir etkiye sebep olduğunu gösterdi. 2005 yılında, Watson ve diğerleri (194) tarafından basılan küçük bir çalışmada, rosiglitazonla 6 ay tedavi edilmiş hafif Alzheimerlı hastalar, kontrollere oranla daha iyi hafıza ve seçici dikkate sahiptirler. 2006da basılan çok daha büyük bir çalışma, APOE-84 aleli olmayan Alzheimer hastalarının 6 aylık bir rosiglitazon kullanımından sonra, kognitif testlerde iyileşmeleri olduğunu fakat APOE-84 aleli bulunan Alzheimer hastalarında herhangi bir düzelme olmadığını göstermiştir (195).   
Alzheimer hastalığının patofizyolojilerinden, serum glikosortikoidleri (196), glial inflamasyonu (197, 198) düşüren, B-amiloid bazlı sinirsel bozulmaya karşı koruyan (199), B-amiloid üretimini düşüren (197), B-amiloid degradasyonunu (196, 200) arttıran ve tau proteinlerin fosforlanmasını azaltan (201) PPAR-y agonistlerinin etkisi üzerine birçok öneri sunulmuştur. Enteresan bir şekilde, bütün bu veriye rağmen, klinik deneylerde Alzheimer hastalarının rosigitazondan nasıl faydalandığı meçhuldur çünkü çünkü bunun kan-beyin bariyerini aşmadığı görülmüştür (196). Bu veri, PPAR-y agonistlerinin Alzheimerlı hastalarda yararları üzerine daha sonraki, uzun dönem çalışmalara uyarı niteliğindedir. Fakat, deney gözlemcileri,  yararları bu tedavilerin yeni belgelenen kardiovasküler risklerini de göz önünde bulundurarak hesaplamalıdırlar (202, 203).
IV. Diyabetli Hastalarda Kognitif Bozukluk Ölçümünde Modaliteler
İlerleme olsa da, klinik ortamda diyabetli hastalarda nörokognitif bozuklukların tespitindeki zorluk neden hiperglisemiye bağlı organ zedelenmeleri gibi kognitif bozukluklar hakkındaki araştırmaların gelişemediğini gösterir. Uzun bir süredir gözlemcilerin serebral fonksiyonları ölçtüğü birçok test yapımı kognitif fonksiyon ölçümünde en önemli yol olmuştur. Testlerin yönetimi ve yapımı zor olsa da, bu bölüm ikide gösterildiği gibi diyabet ve diğer hastalıklarda nörokognisyon ölçümü için çok yararlı olmuştur.  Fakat, bu testlerin göreceli olarak yüksek özneler arası değişkenliği olması testlerin düşük bozuklukları veya klinik öncesi hastalıkları tanımlayabilmesini olumsuz etkiler. Ayrıca, beyin fonksiyonlarında diyabetin etkisini inceleyen birçok çalışma, aynı psikolojik işlemleri inceleyen birçok nörokognitif test kullanır. Test sonuçları uyuşmadığında, hangi testin sonucuna dayanarak çıkarım yapılacağı karışıktır (204). Buna ek olarak, bütün nörokognitif testler eşit şekilde düzenlenmemiştir. Birçok test, farklı popülasyonlarda denenerek “normal” ve “anormal” sonuçlar belirlense de, diğer testlerin güvenilir bir veri kaynağı yoktur ve kabul edilemez derecede küçük normlardadenenmiş, yanlış yönetilmiş veya iki veya daha fazla tanı grubu arasında farkı ortaya koyamamışlardır (205). Son olarak, tanı konulan herhangi bozukluk için hangi sinir yapılarının sorumlu olduğu konusunda nörkognitif testler yararsızdır. Mesela, diyabetten bilhassa etkilenen işletim hızı, dikkat ve görsel-mekansal işletim gibi konularda beynin beyaz maddesinin önemi olsa da, testleri kullanarak bu bozukluğun beyaz mı yoksa gri maddede mi olduğu anlaşılamaz.
TABLO.3: Diyabetli hastalarda kognitif bozuklukların ölçümü için kullanılan modaliteler:
Nörokognitif testler
Uyandırılan tepki potansiyeli
EEG
MRI
FMRI
SPECT
PET
Nörokognitif testlerdeki sınırlar yüzünden, diyabetli hastalarda kognitif fonksiyonları ölçmek için birkaç modalite kullanılmıştır (Tablo 3). En eski modalitelerden biri, farklı etkilerden sonra beyinde uyandırılan tepki potansiyeli gibi elektriksel faaliyetleri ölçmek olmuştur. Anormal uyandırılan tepki potansiyelleri başka şekilde görülmeyecek olan klinik duyarsal sinir kondisyonu açıklarını gösterebilir (206). Mesela, flaş elektroretinografi, diyabetli deneklerde retionpatinin oftalmoskopik işaretleri görülmeden önce deneklerin retinasında düşüş potansiyeli göstermiştir (108). Ayrıca, gangliyon hücrelerden kaynaklanan retinal uyarıya bakan örnek elektroretinogramı, diyabetli hastalarda düşmüştür (108).  Duymayla ilgili tepkilerle ilgili sinirlerin de uyandırılan tepkileri anormaldir; diyabetli hastalarda duymayla ilgili potansiyelde akustik yolakta bir hasar görülmüştür (207-209). Hafızayla ilgili uyandırılan potansiyel de etkilenebilir çünkü işitsel P300’e bağlı diğer olayların potansiyellerinde tip 2 diyabetlilerde diğer kişilere oranlar daha yüksek gecikmeler görülmüştür ki bu da dikkat ve kısa dönem hafıza ile ilgili bozukluklarla ilişkilidir (210) . Diyabetli hastalarda, merkezi somatosensoride uyandırılan tepkilerde de bir gecikme görülmüştür (211). Tip ve tip 2 diyabete bakan başka bir çalışmada, görsel ve somatosensori uyandırılan potansiyeldeki yavaşlayan geçlik, tip1 diyabetli hastalarda görülmüştür fakat tip 2 diyabetlilerde görsel, somatosensori ve beyinkökündeki işitsel uyandırılan potansiyellerde yavaşlayan geçlik vardır (212). Bu araştırmada artan HbA1c, düşen kognitif performansa bağlanmıştır. Olaylarla ilişkili potansiyel de ayrıca beynin hipoglisemiye adaptasyonunu tanımlamada yardımcı olmuştur. Hipoglisemi esnasında, normal dnekler kognitif öncesi işlem ve algılamanın başlangıcında bir gecikme yaşamazlar fakat uyarıcı seçme ve seçici merkezi motor aktivasyonu gibi merkezi süreçlerde gecikme vardır (213). Not olarak, bir çalışma hariç diğer bütün çalışmalar hipoglisemiyi testlerde kontrol etse de (211) ve Kurita ve diğerleri yüksek ve normal kan şekeri değerleri olan denekler arasında hiçbir fark bulmasa da, çalışmaların hiçbiri hiperglisemiyi yeterince kontrol etmemiştir.
Tip 1 ve tip 2diyabetlilerin serebral ve elektriksel faaliyetlerini ölçmek için EEG de kullanılabilir. Tip 2 diyabetlilerde merkezi korteks bölümündeki analiz EEG frekans bandında yavaşlama ve paretyal bölgede alfa faaliyetinde azalma bulmuştur. Bu buluşlar nörokognitif testlerdeki görsel gerikazanımdaki düşüşle bağdaştırılmıştır fakat basit bir şekilde hiperglisemiyle ilgili değildir çünkü diyabeti olmayan hiperglisemili deneklerde bu bulgular üretilememiştir (32). Tip 1 diyabetlilerde de kontrollere oranla anormal EEG sonuçları bulunmuştur, bilhassa ciddi hipoglisemi geçmişi olan hastalarda ağır bozukluklar vardır (65, 214,215).
Tip 1 ve 2 diyabetlilerde manyetik rezonans resimleme (MRI) serebral yapıyı incelemek için birçok çalışmada kullanılmıştır ve tutarlı bir biçimde bu hastalarda beyinde lökoaryosis denilen aşırı yoğun beyaz madde testip edilmiştir (207, 216). Bir çalışma, uzun zamandan beri tip 1 diyabeti olan orta yaş yetişkinlerin %69unun, sağlıklı, aynı yaştaki nüfusun %12sine oranla, serebrum, serebellum ve beyin kökünde tespit edilen birincil anormallik olarak daha fazla, büyük ve yüksek sinyalde lezyonlar keşfetmiştir (207 Fakat, daha yakın bir zamanda, daha genç ve 15 senedir tip bir diyabeti olan nüfus (25-40 yaş arasında) üzerinde yapılan bir çalışmada, sağlıklı kontrollere kıyasla beyaz maddede aşırı yoğunlık bulunmamıştır. Buna ek olarak, beyaz maddenin aşırı yoğunlaşması depresif geçmişle, retionpatiyle, yoğun hipoglisemiye, glisemi kontrolüyle ve gecikmiş hafıza harici birçok nörokognitif test sonucuyla orantılanamamıştır (7). Bu daha önceki çalışmalarla uyum içindedir (3, 217). Bu farkların sebebi, önceki çalışmadaki deneklerin daha ciddi mikrovasküler komplikasyonları olması ve kontrollerle diyabetliler arasındaki kardiovasküler risk faktörlerinin kontrol edilmemiş olması olabilir. Tip 2 diyabetlilerde, bu beyaz madde aşırı yoğunlaşmalarının dikkat, yönetim fonksiyonları, bilgi işlem hızı ve hafıza testi performanslarında düşüşle ilişkisi olduğu açıklanmıştır (216, 218). Bu beyaz madde lezyonlarının doğası belli değildir fakat araştırmacılar, bunun demiyelinasyon, artan su oranı, anjionekroz, sistik enfarktüs veya gliozu  (beyin doku zedelenmeleri) temsil edebileceğini belirtirler (92).
MRI ayrıca tip 2 diyabetlilerde kontrol deneklerine kıyasla hipokampal ve amigdala atrofisi olduğunu göstermiştir (219). Hipokampüs ve amigdala hafıza ve davranış gibi fonksiyonlardan sorumludur ve enteresan bir şekilde, Alzheimer hastalarında atrofiye uğradığı bulunmuştur (219). Fakat tip 1 diyabetlilerde benzer bir çalışma, hipokampal ve amigdala increased activation in the left cerebel­lum and right frontal pole. Başka bir çalışma, erken yaşta tip 1 diyabet başlangıcı olan (7 yaş öncesi) ve daha geç başlangıç olan (7-17 yaş) gruplarının MRI bulgularını ve nöropsikometrik test sonuçlarını karşılaştırmıştır. Erken yaşta diyabeti başlayan deneklerin daha büyük ventriküler hacimleri vardıor ve geç başlayanlara oranlara daha yaygın ventriküler atrofileri vardır bu da daha düşük entelektül ve bilgi işlem yetenekleriyle ilişkilidir (220). Kortikal altı ve periventriküler alanlarda atrofi de tip 2 diyabetlilerde hafıza görevlerinde düşük performansla ilişkilendirilmiştir (216). Hipoglisemi geçmişi de serebral atrofide artışla bağlı görünür (70).
Yakın bir zamanda, MRI kullanılarak dokuların yerel karakteristiklerinin ölçüldüğü voksel bazlı morfometri, tip 1 diyabetlilerde beyaz ve gri madde incelemeleri için kullanılmıştır. Musen ve diğerleri (221), kontrollere oranla tip 1 diyabetlilerde, temporal lob ön lob ve talamusta daha düşük gri madde yoğunluğu bulmuşlardır. Ayrıca, yüksek HbA1c seviyesinin dil, hafıza ve dikkat için önemli olan alanlardaki düşük gri madde yoğunluğuyla örtüştüğünü öteki taraftan şiddetli hipoglisemi geçmişi olanların da sol serebel posterior lobta düşük gri madde yoğunluğu olduğunu göstermişlerdir (221). Wessels ve diğerleri (222) benzer bir çalışma yapmış fakat tip 1 diyabeti ve retinopatisi olan hastaları sadece tip 1 diyabetlilerle ve kontrollerle karşılaştırmışlardır. Tip 1 diyabeti ve proliferatif retinopatisi olanların, diyabeti olup retinopatisi olmayanlara ve kontrollere kıyasla sağ arka jirusta ve sağ okipital lobta daha düşük gri madde yoğunluğu olduğunu bulmuşlardır. Daha yakın bir zamanda Wessel ve iş arkadaşları beyaz madde hacmine voksel bazlı morfometri uygulamışlardır. Tip 1 diyabeti ve proliferatif retinopatisi olanların diyabeti olmayanlara oranla ciddi oranda daha düşük beyaz madde yoğunluğu olduğunu ve bunun da dikkat, bilgi işlem hızı ve yönetimsel fonksiyonlardaki performansın kötülüğüyle ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Bu tip 1 diyabeti olup retinopatisi olmayan hastalarda gözlemlenmemiştir, bu da retinopati ve serebral bozukluk gelişimi arasında ortak bir mekanizma olduğuna işaret eder (6). Perantie ve diğerleri tarafından bulunan ilk bulgular (223), çocuklarda şiddetli hipogliseminin sol ön temporal alanda gri madde düşüklüğüyle ilgisi olduğunu fakat HbA1c seviyesindeki artışın sağ kuneus ve prekuneus alanlarında gri maddede düşüşle, sağ ön paretyal alanda beyaz maddede düşüşle ve sağ preforanl kortekste gri madde artışıyla ilgisi olduğuna dairdir.
Fonksiyonal MRI da (FMRI) diyabetli hastalarda serebral fonksiyonların incelenmesinde kullanılmıştır. MFRI, uyaran asıllı sinir aktivasyonun, aktive dokunun yandaki inaktif alanlara oranla deoksihemoglobin içeriğinin azalmasının uyaran etkili sinirsel aktivasyon esnasında metabolizma ve serebral kan akışındaki yükselme olaylarına bağlıdır. Deoksihemoglobin paramagnetik bir molekül olduğu için MRI’da görüntülenebilir. Rosenthal ve diğerleri (224), tip 1 diyabetli ve öglisemiyle hipoglisemiye maruz kalmış deneklerde standart nörokognitif testler çalışmaları esnasında FMRI uygulamışlardır. Akut hipogliseminin serebral kan akışındaki etkisinin görev ve bölgeye göre spesifik olduğunu bulmuşlardır. Örneğin, hipoglisemi esnasında diyabetli, retinopati ve hipoglisemi hastalığı olan hastaların tip 1 diyabetli ve mikrovasküler sorunu olmayan hastalarla karşılaştırılmasında, daha yavaş parmak oynatma hareketleri, sağ premotor korteks aktivasyonu, ek motor bölgesi ve sol hipocampusta düşüklük yaratmıştır. İki grup arasında herhangi bir kognitif yetenek farkı olmasa da, retinopatisi olan grupta aktivasyonda ortalama bir artış ve hipoglisemi esnasında belli beyin alanlarında daha az düzgün bir deaktivasyon görülmüştür. Araştırmacılar, aktivasyonda bölgesel değişimlerin, sinir sisteminde hiperglisemiye bağlı oluşan organ zedelenmesinden ötürü oluşan değişmiş nörovasküler çiftleşme veya fonksiyonel mikrovasküler değişimlere ikincil olduğunu iddia etmiştir (24). -


Musen ve diğerleri tarafından bulunan ilk bulgular, uzun zamandan beri tip 1 diyabeti olan hastaların kontrolle kıyasında, sırasıyla leksikal ve tanıma uyaranlarına etkinin ön temporal jirus ve parahipokampal jirusteki hareketlerinin düştüğünü gösteriyor (225).
Foton emisyonlu bilgisayarlı tomografi (SPECT) ve PET de diyabetli hastalarda serebral fonksiyonları ölçmek için kullanılan görüntü modaliteleridir. Bilhassa SPECT serebral perfüzyonu ölçmek için çok iyidir ve tip 2 diyabeti ve demansı olan hastalarda beynin en azından bir bölgesinde daha yüksek hipoperfüzyon olasılığı olduğunu kontrolsüz bir çalışmada göstermiştir (226). Fakat, SPECT ayrıca tip 1 diyabetlilerde prefrontal ve frontal beyin bölgelerinde kontrollere kıyasla hiperperfüzyon olduğunu da göstermiştir (227). Diğer araştırmacılar, diyabetli hastalarda görülen serebral atrofi artışı doğrultusunda SPECT verileri düzeltildiğinde, serebral kan akışı ve glikoz metabolizmasının normal değer aralığında olduğunu bulmuştur (228). Florodeoksiglikozlu PET glikoz metabloizması fosforilasyon tarafından hücrede tutulduğu için, glikoz metabolizması değerlerini ölçebilir. Şiddetli hipoglisemi ve hipoglisemi bilinçsizliği geçmiş iolan tip 1 diyabetli hastalarda bu sistem kullanıldığında, kontrollere göreceli olarak glikoz metabolizmasında herhangi bir fark bulunmamıştır fakat nöropsikolojik testlerde de çok ciddi bir fark yoktur (69). Biri bizim laboratuarımızda olan iki pilot çalışma, beyaz madde tutarlılığını kuantitatif olarak dağılımsal anizotropiyle ölçen ve bir MRI türü olan dağılma tensor görüntülemesini, kullanmıştır (229, 230) . İlk bulgular, tip 1 diyabetli hastalarda, hipergliseminin şiddetiyle (231) ve bazı testlerde düşük nörokognitif sonuçlarla (67) bağlantılı olarak beyaz madde tutarlılığında düşüş göstermiştir.
Genel olarak, diyabetlilerde kognitif bozuklukları ölçme ve belirleme modaliteleri hayal kırıcı olmuştur. Nörokognitif testler çok meşakkatlidir ve patofizyolojiye dair bir bilgi içermezler. Uyandırılan tepki potansiyelleri ve EEG  duyusal/idraka dair açıkları bulmada iyi görünüyor fakat bunlar da çok meşakkatli ve kompleks kognitif fonksiyonlar hakkında çok bilgi sağlamıyorlar. Umut verisi olsa da, bilhassa tip 1 diyabetli hastalarda MRI çalışmaları sonuçları birbiriyle örtüşmüyor. SPECT, PET ve dağılma tensor görüntülemesinin kognitif bozukluklarda değişimleri bulma ve görüntüleme hakkındaki geleceği de meçhuliyetini koruyor.  
V. Gelecek İstikametler
Diyabetin kognitif fonksiyon üzerine etkisi hakkında çok araştırma yapılsa da birçok soru hala cevaplanmış değil. Tip 1 ve 2 diyabetlilerde nörokognitif fonksiyonlarda anormallik olduğu aşikar fakat bu bulguların klinik önemi ve doğal geçmişi tam olarak tanımlanmamıştır. Örneğin, tip 2 diyabetli hastalarda artan demans riski olduğunu biliyoruz (37, 38, 40-44) fakat hafıza ve diğer nörokognitif testlerdeki küçük değişikliklerin gerçek bir demansın ön işaretçileri mi yoksa başka bir süreci mi temsil ettiğini bilmiyoruz. Ayrıca, nüfusun diğer kesimlerine oranla tip 1 diyabetlilerde demans riskinin artıp artmadığını da bilmiyoruz. I Geçmiş senelerde, hastalığın diğer komplikasyonlarından ötürü tip 1 diyabetliler genç yaşlarda öldüğü için bu bir soru değildi. Fakat şimdi tip 1 diyabetliler hastalıkla beraber daha uzun ve daha iyi yaşadıkları için bu konuya bir açıklık getirilmelidir. Son olarak, küçük kognitif bozuklukların ciddi anlamda diyabetli hastaların hayatını etkileyip etkilemediği araştırmalarda açık değildir (34). Gelecek çalışmalar, muhtemelen dikey bir çalışma tarzı veya daha iyi serum/görüntüleme işaretçileri içereceğinden, bu komplikasyonların doğal geçmişine dair çok önemli ve yararlı bilgiler sunacaktır.
Gelecek çalışmalar ayrıca diyabete ikincil gelişen kognitif bozuklukların patojenini de anlamamıza yardım edecektir. Hiperglisemi ve hiperglisemi yüzünden oluşan organ zedelenmeleri bu soruna etki eder gibi gözükse de, hiperglisemi aracılığıyla serebral yapının ve fonksiyonların nasıl değiştiği tam olarak belli değildir. Daha iyi glisemik kontrolün tedavi edici yararları olacağı, birçok çalışmanın da gösterdiği gibi (5,15-18,26-28,48) muhtemeldir fakat bunun gerçek olup olmadığı hakkında bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Buna ek olarak, diyabetli hastalarda kognitif bozukluğa zarar verecek hipergliseminin hangi mekanizmalar sayesinde oluştuğunu belirlemek hiperglisemiyle bağlı diyabet komplikasyonlarını önlemek ve tedavi etmek için yapılacak yeni araştırmaları da tetikleyecektir.
VI. Sonuç
Sonuç olarak, diyabetin kognitif bozukluklara etkisi üzerine olan anlayışımızda önemli kazanımlar olmuştur. Nörokognitif testlerden kanıtlar, kognitif bozukluğun  reinopati, nöropati, nefropati ve kardiovasküler bozukluklar ile beraber diyabetin komplikasyonları listesinde yer almasını önerir. Kognitif bozuklukların patojeninin sadece bir kısmı anlaşılabilmiştir. Birçok araştırma serebral yapıdaki değişikliklerin ve diyabet fonksiyonlarının hiperglisemiye bağlı organ zedelenmelesine bağlı olduğunu söylese de, makrovasküler hastalıklar, hipoglisemi, insülin direnci ve amiloid lezyonları bazı hastalarda rol oynayabilir. Diyabet komplikasyonu ve bunun gelişiminden sorumlu mekanizmanın doğal geçmişini daha iyi anlamak, biyokimya ve görüntüleme modaliteleri değişmeye devam ettikçe gelişmeye devam edecektir. Yeni bilgiler kazanıldıkça, diyabetin hiperglisemi bağlantılı komplikasyonlarını önlemek ve tedavi etmek için daha yeni ve gelişmiş yöntemler geliştirilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder