30 Ekim 2015 Cuma

AİLE İÇİ ŞİDDET VE TOPLUMSAL SONUÇLARI

AİLE İÇİ ŞİDDET


  Aile içinde yaşanan şiddet, geniş bir tanımlamayla bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine,  öfkelendirilmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziksel veya herhangi bir şekildeki hareket, davranış veya muamele olarak ele alınabilir.
 
  Şiddet dövme, yaralama, sakat bırakma, cinsel saldırı, tecavüz, ensest, öldürme şeklinde olabildiği gibi sözlü, duygusal ve zihinsel olarak da görülebilmektedir. Kısaca şiddet, fiziksel, cinsel veya psikolojik olarak yaşanabilir.

  Aile içi şiddet herhangi bir birey tarafından diğer bir bireye uygulanabilmektedir. En yaygın şekli kocanın karısına ve ebeveynlerin çocuklarına yönelttiği şiddettir. Üçüncü bir grup olarak da yaşlılar şiddete maruz kalabilmektedir.

  Aile içinde fiziksel şiddete maruz kalan kadın, bunu şikayet konusu yapmadan, bazı ailevi sorunlardan yakınmaktadır: Kocanın alkolik oluşu, sorumsuzluğu, başka kadınlarla ilişkisi, ilgisizliği, aralarındaki iletişimsizlik vb. sorunlar bunların başında gelir ve özellikle organik bir nedene bağlanamayan bedensel yakınmalar dikkati çeker.
  
  Baş ağrısı, aşırı duyarlılık, çarpıntı, göğüs ağrısı, mide ve bağırsakla ilgili yakınmalar, karın-bel ağrıları, alerjik sorunlar, astım, uykusuzluk, sıkıntı ve bazı bedensel hastalıkları taklit eden belirtiler başlıcalarıdır. Depresyon da bu konuda sık rastlanan bir tablodur.

  Şiddete maruz kalan kadın birtakım psikolojik ve fizyolojik sorunlar yaşar. Genelde sessizlik, üzüntü, bazen öfke hali, tedirginlik, ajitasyon, ağlama, uykusuzluk, gerginlik, kabus görme, güçsüzlük, yorgunluk, halsizlik, enerjiden yoksunluk ümitsizlik, kendisini değersiz bulma, suçluluk, utanç duyma gibi birtakım tepkilere rastlanmaktadır.

  Ancak, intihar girişimleri, depresyon, alkolizm, vücuduna zarar veren türden davranışlara kadar varan durumlar söz konusu olabilmektedir.
  Kadına uygulanan şiddetten çocukların da olumsuz yönde etkilenecekleri unutulmaması gereken önemli bir husustur.

  Eşlerini döven erkeklere psikolojik danışma veya psikoterapi yardımı veren merkezlerde yapılan gözlemler, eşini döven erkeğin, etrafına sosyal ilişkilerinde yeterli, çevresi ile iyi ilişkiler kurabilen kişiler olarak görünmekle birlikte, içinde yıkıcı istekleri olan, içtepilerini denetleyemeyen, sık sık öfke patlamaları gösteren kimseler olduklarını ortaya koymaktadır.

  Eşleri ile ilişkilerinde yaşadığı çatışmaları dayak yolu ile çözmeye çalışan erkekler, çocuğuna ağır bedensel cezalar veren babalar, sosyal ve kişisel yetersizliklerini ve engellenmiş duygularını, kendilerinden zayıf kimselere fiziksel güç gösterisi ile giderme yolunu seçmektedirler. Bunlar gerçek duygularını anlamakta ve tanımlamakta güçlük çekmekte ve sorumluluğu eşlerine, çocuklarına yüklemektedirler.

  Toplumda konuşulması yasak olan, aile-içi cinsel saldırı sorununun da çok ender görülen bir psikolojik rahatsızlıktan kaynaklanan bir sorun olmadığı, son günlerde kitle iletişim araçlarına yansıyan örneklerden anlaşılmaktadır.









  Kadının, kocası tarafından, izni dışında cinsel birleşmeye zorlanması ise, geçmişte sorun olarak görülmeyen, ancak insan hakları kavramlarının gelişmesi ile cinsel istismar olarak şikayet konusu olmaya başlayan bir durumdur.

  Çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren ilk karşılaştığı toplumsallaşma kurumu ailedir. Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde, ebeveynin çocuğa ilişkin bakım ve eğitimini içeren ana baba davranışları ve çocuğu bu davranışlara ilişkin algısı toplumsallaşma sürecinin temelidir.      

  Yapılan araştırmalar, ailedeki şiddet, disiplin biçimi ve ceza yöntemleri ile çocuk suçluluğu arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
 
 Yine çocuk suçluluğuna ilişkin yapılan araştırmalarda, aile ve suçluluk arasındaki ilişki bir çok etmene ayrılarak ele alınmıştır. Bunlar ‘’parçalanmış aile’’ “çatışan yani şiddet yaşayan aile”, “ihmalkar aile” ve “suçluluk davranışı barındıran aile”dir.
  Bu tür özellikler gösteren ailelerde yaşayan çocukların potansiyel suçlu olarak yetiştiğine ilişkin görüşler öne sürülmektedir.

  Ebeveynlerin çocuklarına uyguladıkları kötü muamele “ihmal” ve “istismar” olarak iki grupta toplanmaktadır. Çocukta ihmal veya istismar sonucu ortaya çıkan örselenme durumu, her zaman gözle görülebilecek kadar açık olmayabilir veya örselenmenin etkisi daha uzun zaman içinde ortaya çıkabilir.
 
  Sevgisiz ve baskıcı ortamlarda yetiştirilen çocuklarda sürekli kaygı, kendine ve geleceğe güvensizlik, düşük özsaygı gibi kişilik özellikleri gözlenmektedir.
 
  Şiddete maruz kalan, şiddeti yaşayan veya şiddete şahit olan çocukların psiko-sosyal gelişimleri önemli ölçüde olumsuz olarak etkilenmektedir. Ayrıca bu çocuklar yetişkin olduklarında da birer şiddet uygulayıcısı olarak toplumda yer alacakları unutulmaması gereken bir konudur.

  Çocukların aile içinde gördükleri şiddet, cinsel/fiziksel istismar çocukları sokak yaşamına itebilmektedir ve her türlü tehlikesine rağmen sokak, çocuklar için cazip hale gelebilmektedir.
 
  Şu ya da bu şekilde sokakta yaşamaya başlayan çocuklar, ortamın gereği olarak şiddete ve cinsel/fiziksel istismara maruz kalmakta uyuşturucuyla tanışıp çeşitli suçlara itilebilmektedir.
















   

                                      ŞİDDETİN TANIMI
   Kişilerin beslenme ve bakım gereksinimlerini karşılayan, güven duygusu veren, beden ve akıl sağlığını koruyan ve geliştiren bir birim olması gereken aile, çoğu kez, her çeşit şiddetin beslendiği ve uygulandığı tek odak olmaktadır.
  Aile dışında gerçekleşen şiddet için toplum sorumlu tutulurken, aile içinde oluşan şiddet gizli kalmakta, özel hayat olarak kabul edilmekte, çoğu kez de olağan ve yasal olarak  karşılanmaktadır.
  Aile içi şiddet ile ilgili olarak gelişen kamuoyu bilinci ise çok değişkendir. Böyle bir şiddetin varlığına inanmama ve inkar etme şeklinde görüşler olabildiği gibi, bu tür bir şiddeti onaylayan görüşler de olabilmektedir.
  Şiddet , insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına ve sakat kalmalarına neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür.
  Aile içi şiddet ise bu tür bir hareketin aile içinde gerçekleşmesi durumunu ifade eder.
  Aile içi şiddet büyük bir oranla kadına  ve çocuklara yöneliktir ve bu şiddeti gerçekleştiren kişi de erkektir. Psikiyatrik hastalar tarafından bildirilen fiziksel ve cinsel şiddet eylemlerinin % 90’ı aile bireyleri tarafından yapılmıştır.
  Çocuğun  ruhsal ve bedensel  bütünlüğünü bozucu davranışların tümü ise çocuk istismarı olarak tanımlanmaktadır. Bu alanda sık kullanılan diğer bir kavram ise çocuk ihmalidir.
  Bu ise, ana ve babaların çocukların bakım, beslenme, barınma, ısınma, giyinme, sağlık ve eğitim ile ilgili gereksinimlerini karşılama gibi temel yaşamsal  ihtiyaçlarını karşılamamaları veya bu konularda hatalı tutum sergileyip, çağdaş bilgileri kullanmamaları  anlamındadır.

 

                                  

 

 

 

 

 

 

 

 

                                  ŞİDDETİN NEDENLERİ

  Şiddet nedenleri çok çeşitli ve karmaşıktır. Kolay anlaşılabilmesi açısından genel anlamıyla şiddetin, özel anlamıyla ise aile içi şiddetin nedenlerini, biyolojik nedenler, psikolojik nedenler ve sosyal nedenler olmak üzere üç ana başlık altında toplamak mümkündür.
1-Aile İçi Şiddetin Biyolojik Nedenleri:
  Biyolojik nedenler arasında, erkeklik hormonlarının etkisi,  şizofreni, paranoid şizofreni gibi bazı akıl hastalıkları ile anti sosyal kişilik bozukluğu gibi bazı ruhsal bozukluklar sayılabilir.
  Saldırgan yani şiddeti uygulayan aile bireylerinin büyük oranlarda erkek oluşu ve bu saldırgan davranışların ilerleyen yaşla birlikte azalmaya başlaması, erkeklik hormonlarının şiddet davranışında etkili olduğunu düşündürmektedir.
  Hezeyanlar,  hallüsinasyonlar (gerçekte var olmayan şeyleri görme, duyma veya kokusunu alma), gerçeklikten uzaklaşma, duygusal cevapların kaybı, sosyal ilişkilerin bozulması gibi belirtilerle ortaya çıkan şizofreni ve bunun özel bir çeşidi olan şüphe, kıskançlık, kendini beğenmişlik gibi duyguların ön plana çıktığı paranoid şizofreni diye adlandırılan akıl hastalıkları da biyolojik nedenler arasındadır.
  Sorumsuz, tepkici ve düşüncesiz hareket etme, vicdansızca ve suç niteliğinde davranışlar gösterme ve bunlardan hoşlanma biçimindeki tutumların görüldüğü anti sosyal kişilik bozuklukları  da şiddetin biyolojik nedenlerindendir.
2-Aile İçi Şiddetin Psikolojik Nedenleri:
  Sürekli olarak, aile içi şiddete maruz kalan yani eşlerinden dayak yiyen kadınlar, böyle olmayı seçmemişlerdir. Şiddet uygulayan çoğu eş, aile birliğinin  ilk dönemlerinde bunu uygulamaz.
  Ne zaman arada derin ruhsal bağlar kurulmaya başlar, işte o zaman şiddet eğilimleri kendini gösterir. İlk şiddet atağı, şiddete uğrayan eş için bir sürpriz olur ve hiç bir şekilde şiddet eğilimi olarak yorumlanmaz. Ancak gerçek, şiddetin doğasının zaman içinde artmaya meyilli olduğudur.
  İlk yaralanmalar hafif ve önemsiz olarak kabul edilir ve şiddete uğrayan eş, şiddeti uygulayan eşin kendisine zarar verme kastı taşımadığına inanır. Eşine karşı duygularında önemli bir değişiklik olmaz. Ancak şiddetin boyutu ilerlediğinde, şiddete uğrayan eşin duygusal bağı giderek zayıflar, fakat eşini terk etmesi durumunda daha büyük bir şiddet atağı ile karşılaşma korkusu artar.
  Buna sosyal kurumlardan destek alamama endişesi de eklenince, şiddete maruz kalan eş, yıkıcı bir evlilik tuzağı içinde kendisini hapsedilmiş bulur. Şiddeti uygulayan kişiler, uyguladıkları bu şiddet karşısında elde edecekleri kazancın, şiddetin maliyetinden daha  fazla olduğunu düşünürlerse, şiddeti uygulamaya devam ederler.




  Erkekler niçin kadınları döverler? Çünkü bunu yapabilirler....
  Erkekler için eşlerini dövmenin kazançları; duygusal baskıları ortadan kaldırmak, hayal kırıklıkları için bir çıkış yolu bulmak ve kendi isteklerinin gerçekleşmesini garanti altına almaktır. Buna karşılık maliyet oldukça düşüktür.
  Çünkü: Kadınlar gerek fiziksel, gerekse ekonomik açıdan yetersiz olduklarından buna karşı koyamazlar, toplum bu olguya aile içi özel mesele gözüyle bakar ve koruyucu toplumsal örgütlerin çabası sınırlıdır.
  Şiddeti uygulayan kişinin karşılaşabileceği en ciddi maliyet , eşin boşanma yoluyla kaybedilmesidir ki, bu da çoğu kez , şiddet uygulanmasının arttırılması yolu ile kontrol altına alınır.
3- Aile İçi Şiddetin Sosyal Nedenleri:
  Şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin,  şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları gösterilmiştir.
  Ayrıca şiddetin,  toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir. Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin yetersizliği, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce yapılan suçlamalar, hatalı namus ve ahlak anlayışları da şiddetin sosyal nedenleri arasında sayılabilir.
  Yoksulluk, hayat karşısında şanssız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddet uygulamasına neden olabilir. Alkol ve madde bağımlılığı olan kişiler ise gerek bu sosyal faktörlerin gerekse kullandıkları  bağımlılık yaratan maddelerin neden olduğu ruhsal etkiler sonucunda şiddet uygulamaya daha çok yatkındırlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                 AİLE İÇİ ŞİDDETİN TİPLERİ
  Aile içi şiddet, uygulanışı ve şiddetin uygulandığı kişiler dikkate alındığında farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Uygulanışına göre : Fiziksel, duygusal (psikolojik) ve ekonomik şiddetten söz edilebilir. 
1- Fiziksel Şiddet
  Aile içi şiddetin en sık olarak uygulanan biçimidir.  Sarsma, hırpalama, tokat atma, dayak  atma,  bireye cisimler atma, duvarlara vurma, saçından tutup yerlerde sürükleme, itme, sopa ve odun ile dövme, ellerini kollarını bağlama, zorla cinsel ilişkide bulunma,  kesici delici aletlerle üzerine yürüme, ve bunları kullanarak kişiyi yaralama, ateşli silahlar kullanma, kişileri öldürme  gibi durumlar fiziksel şiddet uygulamalarıdır.
2- Duygusal  Şiddet
  Kişiye bağırma, başkaları önünde küçük düşürme, gururunu incitme, kişiyi fiziksel şiddet uygulamakla tehdit etme, kişinin duygu ve düşüncelerini açıkça ifade özgürlüğünü elinden alma, kendi gibi düşünüp davranmaya zorlama, kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlama, kendi aile bireyleriyle veya arkadaşlarıyla iletişimin yasaklama, kişinin istediği gibi giyinme özgürlüğünü kısıtlama gibi fiziksel bir baskı olmaksızın uygulanan ve ruh sağlığını bozucu eylemlerin tümü duygusal şiddet kapsamındadır.
3- Ekonomik Şiddet
  Kişilerin çalışma ve gelir sağlama özgürlüklerinin ellerinden alınması, mal alıp satmalarının  engellenmesi, gelirlerine el konulması, gelir sağlamak üzere çalıştırılmaya zorlanması gibi eylemlerdir.
  Aile içi şiddetin uygulandığı kişilere göre türleri ise, eşlere, çocuklara veya evdeki yaşlılara şiddet uygulanması biçiminde olabilir. Eşlere şiddet uygulanması bakımından erkeklerin, kadınlara şiddet uygulaması daha yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır.


















                        
                                  TÜRKİYE’ DE AİLE İÇİ ŞİDDET


  Aile içinde yaşanan şiddet, geniş bir tanımlamayla bireylerin yaralanmasına, sindirilmesine, öfkelendirilmesine veya duygusal baskı altına alınmasına yol açan fiziksel veya herhangi bir şekildeki hareket, davranış veya muamele olarak ele alınabilir.

  Şiddet dövme, yaralama, sakat bırakma, cinsel saldırı, tecavüz, ensest, öldürme şeklinde olabildiği gibi sözlü, duygusal ve zihinsel olarak da görülebilmektedir. Kısaca şiddet, fiziksel, cinsel veya psikolojik olarak yaşanabilir.

  Aile içi şiddet herhangi bir birey tarafından diğer bir bireye uygulanabilmektedir. En yaygın şekli kocanın karısına ve ebeveynlerin çocuklarına yönelttiği şiddettir. Üçüncü bir grup olarak da yaşlılar şiddete maruz kalabilmektedir.

  Aile içinde fiziksel şiddete maruz kalan kadın, bunu şikayet konusu yapmadan, bazı ailevi sorunlardan yakınmaktadır: Kocanın alkolik oluşu, sorumsuzluğu, başka kadınlarla ilişkisi, ilgisizliği, aralarındaki iletişimsizlik vb. sorunlar bunların başında gelir ve özellikle organik bir nedene bağlanamayan bedensel yakınmalar dikkati çeker.
 
  Baş ağrısı, aşırı duyarlılık, çarpıntı, göğüs ağrısı, mide ve bağırsakla ilgili yakınmalar, karın-bel ağrıları, alerjik sorunlar, astım, uykusuzluk, sıkıntı ve bazı bedensel hastalıkları taklit eden belirtiler başlıcalarıdır. Depresyon da bu konuda sık rastlanan bir tablodur.

  Şiddete maruz kalan kadın birtakım psikolojik ve fizyolojik sorunlar yaşar. Genelde sessizlik, üzüntü, bazen öfke hali, tedirginlik, ajitasyon, ağlama, uykusuzluk, gerginlik, kabus görme, güçsüzlük, yorgunluk, halsizlik, enerjiden yoksunluk ümitsizlik, kendisini değersiz bulma, suçluluk, utanç duyma gibi birtakım tepkilere rastlanmaktadır.
 
  Ancak, intihar girişimleri, depresyon, alkolizm, vücuduna zarar veren türden davranışlara kadar varan durumlar söz konusu olabilmektedir.

  Kadına uygulanan şiddetten çocukların da olumsuz yönde etkilenecekleri unutulmaması gereken önemli bir husustur.

  Eşlerini döven erkeklere psikolojik danışma veya psikoterapi yardımı veren merkezlerde yapılan gözlemler, eşini döven erkeğin, etrafına sosyal ilişkilerinde yeterli, çevresi ile iyi ilişkiler kurabilen kişiler olarak görünmekle birlikte, içinde yıkıcı istekleri olan, içtepilerini denetleyemeyen, sık sık öfke patlamaları gösteren kimseler olduklarını ortaya koymaktadır.

  Eşleri ile ilişkilerinde yaşadığı çatışmaları dayak yolu ile çözmeye çalışan erkekler, çocuğuna ağır bedensel cezalar veren babalar, sosyal ve kişisel yetersizliklerini ve engellenmiş duygularını, kendilerinden zayıf kimselere fiziksel güç gösterisi ile giderme yolunu seçmektedirler.
 
  Bunlar gerçek duygularını anlamakta ve tanımlamakta güçlük çekmekte ve sorumluluğu eşlerine, çocuklarına yüklemektedirler.

  Toplumda konuşulması yasak olan, aile-içi cinsel saldırı sorununun da çok ender görülen bir psikolojik rahatsızlıktan kaynaklanan bir sorun olmadığı, son günlerde kitle iletişim araçlarına yansıyan örneklerden anlaşılmaktadır.

  Kadının, kocası tarafından, izni dışında cinsel birleşmeye zorlanması ise, geçmişte sorun olarak görülmeyen, ancak insan hakları kavramlarının gelişmesi ile cinsel istismar olarak şikayet konusu olmaya başlayan bir durumdur.

   Çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren ilk karşılaştığı toplumsallaşma kurumu ailedir. Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde, ebeveynin çocuğa ilişkin bakım ve eğitimini içeren ana baba davranışları ve çocuğu bu davranışlara ilişkin algısı toplumsallaşma sürecinin temelidir.

  Yapılan araştırmalar, ailedeki şiddet, disiplin biçimi ve ceza yöntemleri ile çocuk suçluluğu arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. Yine çocuk suçluluğuna ilişkin yapılan araştırmalarda, aile ve suçluluk arasındaki ilişki bir çok etmene ayrılarak ele alınmıştır.
 
  Bunlar ‘’parçalanmış aile’’ “çatışan yani şiddet yaşayan aile”, “ihmalkar aile” ve “suçluluk davranışı barındıran aile”dir. Bu tür özellikler gösteren ailelerde yaşayan çocukların potansiyel suçlu olarak yetiştiğine ilişkin görüşler öne sürülmektedir.

  Ebeveynlerin çocuklarına uyguladıkları kötü muamele “ihmal” ve “istismar” olarak iki grupta toplanmaktadır.

  Çocukta ihmal veya istismar sonucu ortaya çıkan örselenme durumu, her zaman gözle görülebilecek kadar açık olmayabilir veya örselenmenin etkisi daha uzun zaman içinde ortaya çıkabilir.

  Sevgisiz ve baskıcı ortamlarda yetiştirilen çocuklarda sürekli kaygı, kendine ve geleceğe güvensizlik, düşük özsaygı gibi kişilik özellikleri gözlenmektedir. Şiddete maruz kalan, şiddeti yaşayan veya şiddete şahit olan çocukların psiko-sosyal gelişimleri önemli ölçüde olumsuz olarak etkilenmektedir.

  Ayrıca bu çocuklar yetişkin olduklarında da birer şiddet uygulayıcısı olarak toplumda yer alacakları unutulmaması gereken bir konudur.

  Çocukların aile içinde gördükleri şiddet, cinsel/fiziksel istismar çocukları sokak yaşamına itebilmektedir ve her türlü tehlikesine rağmen sokak, çocuklar için cazip hale gelebilmektedir.

  Şu ya da bu şekilde sokakta yaşamaya başlayan çocuklar, ortamın gereği olarak şiddete ve cinsel/fiziksel istismara maruz kalmakta uyuşturucuyla tanışıp çeşitli suçlara itilebilmektedir.


  Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, aile içinde ve toplumsal alanda şiddetin sebep ve sonuçlarının belirlenmesi amacıyla Türkiye genelini kapsayan iki ayrı sosyal araştırma yaptırmıştır.

  Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı tarafından yaptırılan Aile İçi Şiddetin Sebep ve Sonuçları (1994) araştırmasıyla Türkiye'de kent ve kır ayrımında aile içi şiddetin sebep ve sonuçlarının yaygınlığının, düzeyinin, görülme biçim ve sıklığının, şiddete uğrayanlarla şiddet uygulayanların şiddet kavramından ne anladıklarının ortaya konulması amaçlanmıştır.

  Araştırmada eşe karşı fiziksel şiddet, sözlü ve davranışsal şiddet ve çocuklara yönelik fiziksel şiddet olmak üzere üç konudaki şiddet yaygınlığı ölçülmeye çalışılmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre, fiziksel şiddete ailelerin yüzde 34'ünde, sözlü şiddete ise yüzde 53'ünde rastlanmaktadır.

  Çocuklara yönelik fiziksel şiddete rastlanma oranı da yüzde 46'dir. Anne babaların geçmişteki dayak deneyimi (%70) şiddeti bugüne taşımaktadır. Dayağın şiddetinden ve sıklığından çok varlığının önem taşıdığı görülmektedir.



  Aile büyüdükçe şiddet artmaktadır. Özellikle kayınvalide ile anlaşmazlıklardan doğan sorunlar eşler arasında da çatışmaya yol açmaktadır. Hamilelik döneminde de fiziksel ve sözlü şiddetin sürdüğü, sıklığının da azalmadığı anlaşılmaktadır.

  Ailelerde cinsel şiddet ve tacize rastlanma oranı yüzde 9'dur. Şiddete maruz kalanların yüzde 80'i yapacak fazla bir şey olmadığına inanmaktadırlar. Eşlerden birinin alkol kullanıyor olması aile içi şiddeti artırmaktadır. Eşlerin daha iyi eğitim görmüş olması ise aile içindeki şiddeti azaltmaktadır.

  Araştırmanın genel bulgularından biri de şiddetin kuşaktan kuşağa sorun çözme biçimi olarak aktarılması ve yaşam pratikleri içerisinde bunun pekiştirilmesi ile şiddet davranışının hem devamının hem de alanının genişlemesinin sağlandığıdır.

  Yine Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı tarafından yaptırılan Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet (1997) konulu araştırma ile aile içindeki ve toplumsal yaşam alanındaki bazı değişkenlerle bireylerin şiddet içeren davranışları ve şiddet eğilimleri arasında bir ilişkinin olup olmadığının, eğer varsa ilişkilerin nicelik ve niteliklerinin araştırılması amaçlanmıştır.

  Araştırmanın bulgularına bakıldığında şiddet ölçeğinden alınan puanlara göre katılanların yüzde 35’inde şiddet eğilimi 40 puanın, yüzde 2’sinde 60 puanın üzerinde bulunmuştur. Kadınların aldığı puanlar erkeklere göre belirgin biçimde daha düşüktür.

  15-22 yaş grubunda belirgin biçimde yükselen şiddet ölçeği puanları, şiddet gösterme eğilimleri açısından gençlerin en önemli risk grubunu oluşturduklarını göstermektedir.

  Kadınların yüzde 10'u eşlerinden sık sık (%3.6) ve ara sıra (%6.5) dayak yediklerini bildirirlerken yüzde 12’si eşleri tarafından sık sık ve ara sıra hakarete uğradıklarını, erkeklerin ise yüzde 2'sinin sık sık, yüzde 1.2'sinin ara sıra eşleri tarafından dövüldüklerini söylemişlerdir.

  Eşin hakaretine uğrama oranının kadınlarda iki misli fazla olduğu ama yaşla birlikte değişmediği saptanmıştır. 14 yaşından büyük kişilerin karı-koca ilişkilerindeki gerginleşme nedenleri arasında en çok yer verdikleri durumlar, "eşin evle ilgilenmemesi" (%66.2), "eşin saygısız tavır ve davranışları" (%56.6), "eşin kötü alışkanlıkları" (%56.5) olarak sıralanmaktadır.

  Bu değerlendirmeler, bir bakıma gerçek hayatın yansımaları olduklarından aile içi gerilimlerin nedenlerini araştırmaya ve bu gerilimleri azaltmaya yönelik girişimlerin hangi konular üzerinde yoğunlaşması gerektiği konusunda bir fikir vermektedir.

  Çocuklu ailelerin çocuklarının yaramazlıkları için uyguladıkları yöntemler arasında "açıklama ve ikna etme" çok yüksek oranlarla ilk sırada yer almakta, onu "azarlama, utandırma", "cezalandırma ve yoksun bırakma" ve "korkutma" izlemektedir.

  Evde çocukların hiç dövülmediğini söyleyen aileler yüzde 55 oranındadır; çocuklarını ayda birden fazla ve çok şiddetli dövdüklerini söyleyenler yüzde 3, yılda 1-10 arası çok şiddetli dövdüklerini söyleyenler yüzde 1.5 oranındadır.

  Ailelerin yüzde 40'ı ise çocuklarını hafif şiddette dövdüklerini belirtmektedirler. Evde çocukları dövmeyi daha çok annelerin üstlendiği görülmektedir.

  Şiddete maruz kalınan bir çocukluk yaşamak, sonraki yaşamda ailede ve toplumsal alanda bir şiddet uygulayıcısı olma ihtimalini artırmaktadır ve büyük olasılıkla tüm bu alanlardaki şiddet zincirinin temel ve başlatıcı halkasını oluşturmaktadır.



  Bu açıdan Türkiye'deki şiddet eğilimlerini düşürmenin yolu, çocuk eğitiminde şiddeti bir yöntem olarak kullanmaktan kaçınmaktır.

  Ailenin yapısal özelliklerinden olan birey sayısının 7'ye kadar artması şiddet ölçeğinden alınan puanları da artırmaktadır. Birey sayısı 7'yi aştığında şiddet ölçeği puanları gerilemektedir.

  Aile içi dayanışma ile akrabalarla görüşme ve yardımlaşma oranları azaldıkça, şiddet ölçeği puanları yükselmektedir.

  Alkol kullanımı ile şiddet arasında da açık bir ilişki görülmektedir.

  Bireylerin eğitim düzeylerindeki artışa bağlı olarak, şiddet eğilimleri azalmaktadır. Aynı şekilde gelecekle ilgili beklentilerdeki olumluluk düzeyine bağlı olarak da şiddet eğilimleri azalmaktadır.

  Siyasal sistemle ilişkileri kötü olan bireylerin şiddet eğilimleri ile siyasal sistemle ilişkileri iyi olan bireylerin şiddet eğilimleri arasındaki farklılaşmalar anlamlı bulunmuştur.

  Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı’nın Türkiye’de Televizyon ve Aile Araştırması (1995) sonuçlarına göre yetişkinlerin yüzde 35’i televizyon programları arasında kendilerini en çok rahatsız eden programların “cinselliği ön plana çıkaran erotik yapımlar” olduğunu belirtmiş; ikinci sırayı reklamlar (%24.8) alırken yayınlardaki şiddet unsurundan rahatsız olanların oranı yüzde 4.4’tür.

  Kadınlar, televizyonda şiddet unsuru içeren programlardan ve genel olarak yayınların çocuk üzerindeki etkisinden daha fazla şikayetçi olmaktadırlar.

  Yine bu araştırma sonuçlarına göre, yetişkinler, çocuklarının nasıl televizyon izlediklerine ilişkin fazla bir bilgiye sahip değiller ve çocuklarının hangi kanalı/programı ne zaman seyredeceklerine karışmamaktadır.

  Bu durum iller, ebeveynlerin cinsiyeti ve ailelerin gelir durumlarına göre değişmemektedir. Çocukların yüzde 82 oranında televizyon izlemekle ilgili kararları kendilerinin verdiği, yüzde 31’inin gece saat 22’ye kadar ekran başında kalabildikleri tespit edilmiştir.

  Kısacası Türk ailesi içinde çocuklar televizyon izleme açısından özgürdürler.

  Araştırmadan edinilen bulgular ışığında Türkiye’de televizyondaki şiddetin çocuklara denetimsiz bir biçimde izletildiği ve çocukların şiddet unsuru içeren programlara direkt olarak ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu durumun çocukların psikolojik gelişimlerini olumsuz yönde etkileyeceğini söyleyebiliriz.

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder